Italo Svevo

Zeno'nun Bilinci


Скачать книгу

Ama bunlar öyle haberlerdi ki beni asla affetmedi, ne zaman bir haber getirecek olsam hemen bana “Kimden aldınız bu haberi, kayınpederinizden mi yoksa?” diye sorar oldu. Kendimi savunmak için Giovanni’yi de savunmak zorunda kaldım ve kendimi aldatılmış olandan çok, aldatan gibi hissetmeye başladım. Çok hoş bir duyguydu.

      Ama bir keresinde beni açıkça ahmak yerine koydu, o zaman bile kayınpederimden nefret etmedim. Beni imrendiyor, eğlendiriyordu. Yaşadığım talihsizliğe bakınca bana iyice açık ettiği ilkeleri, nasıl da bir bir uyguladığını gördüm. Yine de bu olaya birlikte gülmenin bir yolunu buldu, beni kandırdığını itiraf etmedi hiç, dahası yaşadığım talihsizliğe gülüp geçmem gerektiğini söyledi. Ancak kızı Ada’nın düğününde -benimle değil- genellikle yalnızca suyla sulanan bedenini tedirgin eden birkaç kadeh şampanya içince, bana oynadığı oyunu açık etmiş oldu.

      Olayı anlattı, konuşmasını engelleyen kahkahalarını bastırmak için bağırarak konuşuyordu:

      “Bir de baktım kararname çıkmış! Fena canım sıkıldı, zararın bana ne kadara mal olduğunu hesaplamaya başladım. Tam o sırada, damadım içeri girmesin mi! Bir de ticarete atılacağım diyor. ‘İşte harika bir fırsat.’ dedim ona. Olivi gelir de ona engel olur diye acele etti, hemen işi bağladık.”

      Sonra bir de övdü beni:

      “Klasikleri ezbere bilir. Bunu kim söylemiş, şunu kim yazmış bilmediği yoktur. Ama gel gelelim, bir gazete okumasını bilmez!”

      Doğruydu! Gazeteleri iyi okuyor olsaydım, o kararnamenin her gün okuduğum beş gazetenin pek göze çarpmayan bir yerinde yayımlandığını görür, bu tuzağa düşmezdim. Bununla beraber kararı hemen anlamalı, sonuçlarını öngörmeliydim ama kolay iş değildi doğrusu. Çünkü bir gümrük vergisi düşürülmüş, böylece mal değer kaybetmişti.

      Ertesi gün kayınpederim itirafını yalanladı. Öyle ki o iş, düğünden önceki hâline geri döndü. Sakin sakin “Şarap, yalan icat eder.” diyordu. Söz konusu kararnamenin anlaşma yapıldıktan iki gün sonra yayımlandığı açıktı. O kararı görmüş olsaydım kendisini yanlış anlayabileceğimi asla varsaymadı. Buna sevindim ama beni yüceltmesi, iyilik etmek istediğinden değildi; insanlar bu olaydan sonra gazete okumaya başlar da işleri bozulur diye korkuyordu. Oysa ben gazete okuduğumda, kamuoyuna dönüştüğümü hissederim, bir gümrük vergisi indirilince Cobden’i4 ve liberalizmi hatırlarım. O kadar önemli bir düşüncedir ki malımı hatırlayacak hâlim kalmaz.

      Ancak bir defasında o bana hayran kaldı, hem de en kötü niteliklerime. İkimiz de bir süre önce, mucizeler yaratması beklenen bir şeker fabrikasından hisse almıştık. Beklentimizin aksine hisseler, her gün değer kaybediyordu. Akıntıya karşı yüzmeyi istemeyen Giovanni, kendi hisselerini sattı, benimkileri satmam gerektiğine ikna etti beni. Ben de onunla aynı fikirdeydim, borsadaki adamıma satış emri vermeye karar verdim, bunu da o sıralar tuttuğum yeni not defterime yazdım. Ancak gün içinde insan cebinde ne var ne yok bilmiyor, bu yüzden o notu ancak bir akşam yatmadan evvel fark ettim ancak çok geçti. Öyle canım sıkıldı ki bir nida çıktı ağzımdan, karıma uzun uzun açıklama yapmak zorunda kalmayayım diye dilimi ısırdığımı söyledim. Bir başka sefer, dalgınlığıma kendim de hayret ederek parmağımı ısırdım. Karım gülerek “Şimdi sıra ayaklarına geldi herhâlde, dikkat et!” dedi. Ama duruma alıştığım için, başka bir sıkıntım olmadı. Gün boyu, ağırlık edip kendini fark etmemi sağlamayı beceremeyen o incecik lanet olası deftere şaşkın şaşkın bakıyor, akşam olunca unutup gidiyordum.

      Bir gün yolda yağmura yakalanınca Tergesteo’ya girmek zorunda kaldım. Orada tesadüfen hisselerim için tuttuğum adamla karşılaştım, bana son sekiz günde, o hisselerin fiyatının neredeyse ikiye katlandığını söyledi.

      “Satayım onları o zaman! ” diye zaferle haykırdım.

      Hisselerin değerlendiğini çoktan öğrenen kayınpederime koştum, onları sattığı için pek üzgündü, kendisi için kadar olmasa da benimkileri sattırdığı için de canı sıkılmış gibiydi.

      “Boşver!” dedi gülerek. “İlk kez beni dinlediğin için kaybediyorsun.”

      Kaybettiğim diğer iş onun tavsiyesinden değil, bir önerisinden kaynaklanmıştı ya, bu ikisinin çok farklı şeyler olduğunu söylüyordu.

      Yüksek sesle gülmeye başladım.

      “Ama ben seni dinlemedim ki!”

      Şanslı biri olmak benim için yeterli değildi, bunu kendime mal etmeye kalkıştım. Hisselerin yarın ona satılacağını anladım. Sanki önemli bir adammışım da bu tavsiyesine kulak asmayacak bilgiler edinmişim ama ona söylemeyi de unutmuşum gibi zannetmesini istedim.

      Çok bozulmuş ve kırılmıştı, yüzüme bakmadan konuştu:

      “Seninki gibi bir kafayla ticaret yapılmaz. Böyle büyük bir halt edince, çıkıp itiraf edilmez. Daha öğrenmen gereken çok şey var!”

      Onu sinirlendirdiğim için üzüldüm. O bana zarar verirken daha çok eğleniyorduk. İşlerin nasıl gittiğini anlattım dürüstçe.

      “Gördüğün gibi… Asıl benim gibi bir kafayla ticaret yapmak gerekiyor.”

      Hemen yatıştı ve güldü:

      “Bu işten elde ettiğine kâr denmez ki. Bu olsa olsa tazminattır. Kafan sana o kadar pahalıya mal oluyor ki kaybettiğinin bir kısmını geri vermesi pek yerinde!”

      Kayınpederim ile yaşadığımız anlaşmazlıkları neden bu kadar uzun anlattım bilmem, aslında pek az münaşaka ederdik. Onu çok seviyordum doğrusu. O kadar ki düşünceleri ile baş başa kalmak istediği hâlde arkadaşlığını istedim hep. Kulak zarım, çığlıklarına seve seve katlanıyordu. Eğer öyle avaz avaz bağırmıyor olsaydı, şu ahlaksız teorilerini daha incitici bulurdum ve eğer daha iyi bir eğitim görmüş olsaydı elde ettiği gücü, bu kadar önemli gelmezdi gözüme. Her ne kadar ondan çok ayrı bir yaradılışım olsa da onun da sevgime karşılık verdiğini sanıyorum. Bu kadar erken ölmemiş olsaydı emin de olurdum bundan. Evliliğimden sonra da bana dersler vermeye devam etti, bu derslere çoğu zaman haykırışlar ve küstahlıklar ekleyerek beni terbiye etmeye çalışıyordu, ben de tümünü hak ettiğimi düşünüp ses çıkarmıyordum.

      Kızıyla evlendim. Gizemli tabiat ana beni ona yöneltti, hem de öyle şiddetli bir yola başvurdu ki başka çarem yoktu zaten, göreceksiniz. Şimdi zaman zaman çocuklarımın yüzünü seyrediyorum, zayıflık göstergesi olan ince çenemin, onlara devrettiğim rüyalarla dolu gözlerimin yanında kendilerine seçtiğim büyükbabalarının acımasız gücünden de bir şeyler almışlar mı diye kontrol ediyorum.

      Vedalaşmamız pek sevecen olmasa da kayınpederimin mezarı başında ağladım. Ölüm döşeğinden bana dedi ki o böyle yatak döşek yatarken, benim elimi kolumu sallayarak dolaşmama izin veren, utanmaz talihime hayranmış. Şaşırdım, beni hasta görmeyi isteyecek kadar ona ne kötülük ettiğimi sordum. Ve bana şöyle cevap verdi:

      “Hastalığımı sana devredip ondan kurtulabilecek olsam hemen yapardım bunu, hatta belki iki katını verirdim! Senin gibi iyi kalpli bir insanmış gibi numara yapmam ben!”

      Gücenilecek bir şey yoktu, elinden gelse değeri düşmüş o malı yeniden aldırırdı bana. Hem iyi bir yanı da vardı söylediklerinin çünkü zayıflığımı insani yardımseverliğime bağlamıştı, bu da beni sevindirdi.

      Mezarı başında ağladığım herkes gibi gözyaşlarımın birazı, oraya kendimden de bir parça gömdüğüm içindi. Bilgisiz, kaba, acımasız ve mücadeleyi hiç elden bırakmayan bu ikinci babamı kaybetmek, benden ne çok şey eksiltmişti. Zayıflığımı, kültürümü,