Muhtar Auezov

Abay Yolu 2. Cilt


Скачать книгу

türkü dinlemeye gidemeyişinden duyduğu pişmanlığı büyük bir hayal gibi dile getiren Bayan:

      – Oyun eğlence bize mi kalmış! Ayğız hanım baybişe ile Kaliyka’dan izin istemiş de; onlar, “o ikisi çıt çıkarmadan irkit hazırlayıp, kurut kaynatsın” demişler, dedi.

      Esbike kırışık solgun yüzüyle sitemkâr kabağını kaldırdı, ağır azap altında ezilerek yaşadıkları vaziyetlerine değindi:

      – Bize kim türkü dinlettirecek? Kaliyka mı, Ayğız mı? Sığırları sağarız, koyunları sağarız, yayık yayarız, yağını çıkarır irkit hazırlarız, kurut kaynatırız, irimşik11 hazırlarız, bunlardan vaktimiz kalsa üstümüzü başımızı yırtık pırtık bir şeylerle örtüp tezek yaparız.

      – “Ölmediğimize şükredelim” desene efendim. Herkes yattıktan sonra gittiğim, bütün gün hiç görmediğim evimi derleyip toparlamaya da fırsatım yok. Eşikten geçer geçmez yıkılıp düşüyorum, şu dağlar gibi kaskatı kıvrılıyorum.

      Bayan’ın hâlini iyi bilen Esbike de dert yandı:

      – Bir “halat eğir”, bir “koşum eğir” deyip, iki ayağını bir pabuca sokarlar. Daha dün bana “biçare cariye, sen niye kasılıyorsun” demesin mi, vallahi kemiğime işledi. “Şanırak deveye binip12 gelen cariye sen değil misin? Senin kocan başı bağlı kulum Başibek değil mi” dediğinde, başıma değnekle vurulmuş gibi oldum. Beni böyle cariye, o biçare Başibek’i de kul edince atar tanım atmaz, görecek günüm doğmaz oldu. Daha ne diyeyim, diyen Esbike kazanın altındaki kor ateşi maşayla karıştırırken dudağını büzüştürerek ağlamaya başladı. İçin için ağlayarak konuşmasını sürdürdü:

      – Ayaklarıma kara sular indirerek yaşasam da gidecek yerim, kuracak düzenim yok. Kızım Sakış “anneciğim türküleri dinleyeyim, ben gidebilir miyim” diyerek o kadar pervane oldu ki… Nihayet ona “gidersen git küntayım13” derken şöyle bir baktım da yetişkin kız olmuş yahu. Eşikten atlatıp insan içine çıkaracak hâli yok. Üstü başı benim üstümden de kötü, it dalamış gibi yırtık pırtık, diyen Esbike gözyaşlarını durduramıyordu.

      Pişmiş süt dolu yayığı ileri geri sallayan Bayan, “Kaliyka ile Ayğızlar duymasın” der gibi Esbike’ye doğru ürkerek eğildi ve fısıltıyla konuştu. Dert ortağının elemlerini depreştirdi:

      – Tan yeri birazcık ağarır ağarmaz, daha çalıkuşları bile ötüşmeden kalkıyoruz. Baybişeler yatıncaya kadar, ak evlerin tünlükleri kapanıncaya kadar bir lahza diz kırıp oturmadan çalışıyoruz, herkesten sonra yatıyoruz. “Herkes yatsa da enekem14 yatmaz” dediği biziz yahu. Yaz olsun kış olsun bitkin bir durumda yaşadığımıza bakmaksızın Ayğız’ın bana “sürtük cariye” diye lakap taktığını da biliyorsun ya! “Türkü” diyorsun, türkü bizim neyimize, dedi…

      İki dertli başlarındaki ağır emek, verimsiz meşakkat hâlini dile getirerek feryat ediyordu. Kunanbay’ın büyük obasındaki hayvan bakıcısı kadınların sağım işleri ile yemek hazırlama faaliyetlerini yöneten katı yürekli kuması Ayğız’ın bunların başına musallat ettiği meşguliyet azabıyla sızlanıyorlardı…

      Bu kara evin bitişiğindeki üç kanatlı yırtık çadırda, tam da o anda, uzaktan şakıyan türkü sesini işiten Esbike’nin kızı Sakış yırtık bir teğelti üzerine oturmuş, kırk pare olan eski elbisesinin dizine yama yapıyor, sesini çıkarmadan öfkeyle ağlıyordu. Kıvırcık saçlı kaygılı başını iki dizine eğmiş, kendi bahtsızlığına kederlenerek yanıyordu. Pek fazla beklentisi de yoktu. Hiç değilse şu yaşlı nine İyistey gibi türkü söylenen eve gitse, eşiğin önünde otursa, kimseyi rahatsız etmeden izlese, gizli saklı gözetleyerek ev ahalisini bir görüp dinlese yeterliydi. Fakat akşam Kaliyka gelmiş ve “Ayğız söyledi” diyerek sert bir biçimde yasaklamıştı:

      – “Cariye Esbike ile kul Başibek’in açlıktan nefesi kokan kızı kötü devenin teğeltisi gibi sarkan dilenci kıyafetiyle ak evlere yaklaşmasın. Türkü neyine, evinden çıkmasın” dedi, deyip gitmişti…

      Türkü nağmeleri oba üstünde süzülüyordu. Fakat onu yakından dinleyemeyen, uzaktan arzulayan ve hayalini kuranlar sadece Bayan ve Esbikegil değildi. Çitlerin baş tarafında sabahtan gece yarısına kadar kısrak sağan Bürkitbay da her kısrağı sağmaya başlarken yanındaki yardımcısı genç delikanlı Baymağambet’e ağır ağır sitemlerini döküyor, üzüntülerini dile getiriyordu. “Yabancı birileri işitmesin” der gibi göz ucuyla etrafı kolaçan ederek, usulca ve yumuşak bir ses tonuyla konuşuyordu. Çatık sarı kaşlı, keskin bakışlı, mavi gözlü genç delikanlı Baymağambet yaşlı Bürkitbay’ın elemlerini alabildiğine dikkatle dinliyordu.

      Bürkitbay:

      – Türkü söylüyor! Sabah akşam türkü söylüyor… Yaz boyunca konuk olan “o türkücünün yüzünü Bürkitbay bir kere olsun gördü mü” diye sorsana! Yok, yok, yok! Görecek fırsatım hani! Tan atar atmaz getirilip bağlanan elli kısrağı günde on kere15 sağıyorum. Bütün günüm kısrağıyla beraber çit başına bağlanan urganlı aygır gibi çitlerin arasında geçiyor. “Uljan’ın obası kımızsız kalmasın!” “Ayğız’ın sabası dolu olsun!” “Konuk evindeki iki saba ağzına kadar dolu dursun!” “Kaliyka’nın evi kımızsız kalmasın” diye diye kuruttular beni. Kendin de görüyorsun ya, karanlık çökünceye kadar bu obanın kısrakları çözülmüyor. Kısrakları çözüp serbest bırakınca da soyunmaya takatim yok, eve gider gitmez yıkılıyorum, diyordu.

      Uzaktan yeni bir türküye başlandığını yarım yamalak duyan Bürkitbay sağımı bırakıyor, helkisini kaldırıyor, sonraki kısrağa doğru yürüyordu. Baymağambet ise sütten kesilmeyen kulunların birini götürüp bağlıyor, diğerini çözüp getirerek sağımı biten anasını emzirtiyor, bu arada sesi hayal meyal uzaktan gelen türküyü dinliyordu. Sonrasında ise tekrar; kısrağın kasığına giren, iki elini çabuk çabuk açıp yumarak meme uçlarını çekiştirirken kendi ağır kederlerini anlatmaya devam eden solgun yüzlü yaşlı Bürkitbay’ın dertlerini dinliyordu.

      Bürkitbay:

      – Yirmi yıl! Var gücümle çalıştığım yirmi yıl boyunca kısrak sağdım. Semiren kim? Bürkitbay olsa ya! Ayğız’la Kaliyka bir kâse kımız verecek olsa “boğazında kalsın” diyerek teke gibi çakar da zehrini de beraber yutturur ha! Bir de “son lokman olsun, sağdığından içsen olmaz mı? Daha sağarken kısrak sütünü bitirip tüketiyorsun” diye kahkahayla gülmezler mi? Ya ben! İki dizim su içinde, urlu gibi şişti. Bu sağımdan muzdarip olan iki elim ise koyun ayağı gibi, yel durmuşçasına devamlı sızlıyor. Gece yattığımda elim ayağım sancıdığında sabahı zor ediyorum, dedi…

      Baymağambet Bürkitbay’ın her günkü sağıcı yardımcısı olmasa da onun elinin ayağının hastalıklarını biliyordu. Kendisi bazen şefkatli ve merhametli bir tavırla Bürkitbay’a akıl vermek, yardım etmek isterdi:

      – Bıraksana, terk etsene bu kahrolası sağımı! Başka bir iş yapsan olmaz mı Büke, derdi.

      Böyle anlarda Bürkitbay gülmek istese de gülemez, elemli yüzüne birazcık olsun keyif gelmez, sadece acı bir alaycılıkla dudaklarını bükerek tebessüm ederdi:

      – Oy, biçare çocuk! “Terk etmem” mi diyorum? Fakat nereye