Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

Bir tarafta AvrupaMerkezciler diğer tarafta kültürel rölativizinciler. Ve aralarında geçen zorlu ve müthiş ama neticede üretici bir yarış. İşte Stuurman’a göre liberal Bolkestein’in yaklaşımında bu zorlu ve çetin ama üretici yöntem eksiktir. Aynı yaklaşımlar aydınlama döneminin rasyonalisme, özgürlük ve eşitlik gibi temel kavramlarında da görülmektedir.

      Stuurman’a göre kültürel rölativizmde her hangi bir kültür diğer bir kültürden üstün değildir. Çok kültürlü toplum tartışmalarında etik ve kültürel rölativizm kavramları ayırımının iyi yapılması gerekmektedir.

      Hoşgörü tarihi de şu anda yapılan çok kültürlü toplum tartışmaları için geçerli değildir Siep Stuurman’a göre, zira hoşgörü Avrupa’da Katoliklerin ve Protestanların bir meselesi olarak başlamıştır. Bunun örnekleri Fransız devrimi öncesi görülebilir. Mesela bu dönemde ateistler dışlanmış ve hatta ateistler Napolyon denöminde bile her yerde eşit olmamışlardır. Neticede hosgörü yerleşiklerle yeni gelenler arasındaki bir mesele olagelmiştir. Yeni tartışmalarda ‘islam’ ve ‘müslümanlar’ tipik bir yeni gelenler statüsündedir.

      Burada en önemli soru, liberal devletin bireysel temel özgürlükler karşısında dini alt kültürlerin hareket alanlarına nasıl müdahale edeceğidir. Bu noktada Bolkestein’in soyut yaklaşımına bakılırsa demokratik bir toplumda özgürlüğün sınırları hususunda ciddi tartışmalar yapılacaktır.

      Siep Stuurman’a göre çok kültürlü toplum tartışması hayati önem taşımaktadır. Ancak tartışma taraftarlar arası yapılmalıdır. Taraftarlar olmadan onların sırtından, onların adına çok kültürlü toplum tartışması olmaz. Bu durumda islam tıpkı diğer dinler ve hayat tarzları gibi eşit muamele görmelidir. Ne aşağı ne yukarı, eşit oranda muhatap alınmalıdır. Örneğin dini okullar zararlıysa bu karar ve uygulama sadece islam okulları için olmamalıdır. Diğer dini okullar için de aynı uygulama geçerli olmalıdır. Bu böyle olmadığı sürece müslüman veliler tıpkı katolik, protestan ve yahudi veliler gibi haklarını savunurlar ve isterler. Liberal hukuk devleti herkesin yasalara uymasını öngörür, herkesin içtenlikle liberal olmasını değil. Eğer devlet bunu, yani son görüşü isterse, tayatırsa bu asimilasyondur.

      Siep Stuurman’a göre Avrupa Aydınlanması mondial bir açıdan görülmelidir. Aydınlanma devrini konuşurken ortada bir tarihin yaşanmadığını ifade edemeyiz. Bir toplumun kültürü hatıralar ve tarihten doğar. Avrupa bir zamanlar neredeyse dünyanın yarısını aldı, sömürdü ve kısa bir süre önce hakimiyetini kaybetti. Ancak bunun kültürel ve entelletüel işlemi ve fizibilitesi kolayca silinmez. Bu noktada iki yüzlü davranamayız. Eğer Avrupalı Bolkestein islam’ı Aydınlanma ölçüsüyle tartarsa, ölçerse, her müslüman da Avrupa tarihini aynı ölçüyle değerlendirme hakkını kazanır.

      Aydınlanma fikirleri islam tarihinde her hangi bir rol oynamamıştır iddiası tarihsel olarak doğru değildir. Bizim geçen yüzyıllarda içimizde yaşadığımız tartışmalar bugün islam dünyasında da yaşanmaktadır. İç çatışmalar, yorumlar, zorlanmalar bunun birer açık delilleridir.

      Avrupa’da yapılmakta olan çok kültürlü toplum tartışmaları dünya tarihi perspektifinden ele alındığı takdirde daha faydalı sonuçlar çıkar. Aydınlanma devrinin entellektüel mirası bu noktada bize yardımcı olabilir.

      Entellektürel misrasta ise karşımıza iki ana görüş, iki ana yaklaşım çıkmaktadır. Bunlar Avrupa Merkezciler yani John Stuart Mill gibi ve kültürel rölativistler yani Montesquieu gibi aydınlar. Söz konusu yaklasımlardan hareketle bugün Hollanda’da tartışılmakta olan çok kültürlü toplum ve diğer bir çok konuda aydınların yaklaşımlarını, düşüncelerini daha iyi anlayabiliriz. Tartışmanın bir cephesini oluşturanlar olarak bu süreci iyi anlayıp tartışmalarda Avrupa merkezcileri ikna etmek, aydınlatmak gibi bir görevi de üzerimizde hissetmekteyiz. Buradanda anlaşılan her zamankinden ve herkesten daha çok çalışmalıyız.

Nisan 2003

      Gençlik Hareketleri ve Aynılaşma Problemi

      Son bir haftadır Amsterdam, Den Haag, Utrecht, Tilburg şehirlerinde yaptığı toplantılarla Hollanda’da gündeme yerleşen Ebu Yahya’yı okuyoruz, seyrediyoruz ve konuşuyoruz. Lübnan asıllı Belçika vatandaşı Ebu Yahya ve AEL (Arap-Avrupa İttifakı) hareketi, gün geçtikçe Hollanda’daki Arap asıllı gençler arasında hızla popülarite kazanmakta. Konuyla ilgili haberleri geçen haftaki Dünya gazetesinden de takip ettik. Hareket ve Ebu Yahya hızla popüler olurken, kendilerini Arap saymayan ve Berber denilen bir kısım gençlik ise, söz konusu harekete ve şahsa güya şiddetle karşı çıkmaktalar. Bu da, bir kısım Hollanda basınının işine geldi ve bu yönde bir hayli gayret sarf edildi. Elbette, önümüzdeki günlerde ve aylarda söz konusu hareketin Arap asıllı göçmen gençler arasında nasıl bir yer edineceğini hep birlikte göreceğiz. Ama bir gerçek var ki, o da Ebu Yahya’nın kıvrak zekası ve adaletsizlikler karşısında susmayan bir dilinin olması, bu hareketin ya da bu çıkışın, sadece Arap asıllı gençler arasında değil, yıllardır bu toplumda horlanan, ezilen ve ciddiye alınmayan göçmen gençler arasında da sempati topladığıdır. “Bugün Avrupa’da Müslümanlara yapılanlar İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yapılanlarla eşdeğerdir,” cümlesi bile Ebu Yahya hareketine gençlerin ısınmasını sağlamaktadır. Sadece Arap gençleri mi? Hayır. Hollandalı yöneticiler de hareketin yasalar içinde meşru olduğunu ve titizlikle takip edildiğini vurguladılar. Ebu Yahya’yı ve hareketini beğenelim ya da beğenmeyelim, bu hareket Hollanda’daki bir kısım gençlerin kendilerini bulduğu, kendilerini ifade ettikleri yani aynileştikleri bir harekettir. Bizim, Dünya gazetesinin Benelux Genel Yönetmeni İlhan Karacay’ın bile bir yerde sempatisini kazanan Ebu Yahya, öyle görünüyor ki, önümüzdeki zaman diliminde bir sosyal olay olarak gündemi tayin etmeye devam edecek. Olay, her ne kadar bir tepki hareketi olsa da, aynı zamanda bir grup Arap asıllı ve göçmen gencin kendilerini Ebu Yahya ile aynileştirmelerine de yol açmaktadır. Ebu Yahya, bu genç grup için bir örnek, bir lider ve kendini toplumda ispat etmiş bir kahramandır. Her gün horlanan, değerlerine saldırılan, aşağılanan bir kültürün çocukları zaten aynileşme problemiyle daha ağır bir şekilde boğuşmaktadır. Böyle sıkıntılı, travmalı anlarda kendilerini model gördükleri şahsiyetler ile aynileştirirler, ki AEL bu noktada somut bir hareket ve Ebu Yahya bu gençler için bir kurtarıcı, bir semboldür.

      Konu gençlik hareketleri ve aynileşme, örnekleme, benzeme probleminden açılmışken, bir başka göçmen kuruluşu gençlik teşkilatının bu alanda bir organizasyonundan da burada bahsetmek gerekecek. Zira bu göçmen gençlik hareketine mensup gençlerin de artık kendilerini aynileşti-recekleri, kendilerine örnek alabilecekleri, hareketlerini günü gününe takip ettikleri bir ağabeyleri, sembolleri var.

      Geçtiğimiz hafta sonu Milli Görüş Gençlik Federasyonu düzenlemiş olduğu bir hafta sonu eğitim seminerinde (Hollandalı ve Türk) çeşitli meslek birimlerinden uzmanları konuşturdu.

      Teknik ve Tarım Üniversitesi ile ünlü Hollanda’nın Wageningen şehrinde bulunan Kongre Merkezi’nde düzenlenen eğitim seminerine yüz seksen genç ve cami eğitimcisi katıldı. Programın Cumartesi günkü bölümünün üçüncü oturumunda ise “Hollanda’daki Azınlık Gençlik ve Aynileşme Problemi” konulu seminer tarafımdan verildi. Kimi sakallı ama hepsi gayet şık ve takım elbiseli bir katılımcı kitlesinin hazır olduğu seminer salonunda herkesin önünde bir dosya, not defteri ve konuşabilecekleri bir mikrofon bulunmaktaydı. Konuşmama başlamadan önce iki ayrı yorum yaptım. Bunlardan ilki, bu hareketin sosyal bilimlere olan ilgisi, dolayısıyla insanı tanıma gayretiydi. Zira gerek televizyonlardan gerek basından gerek yapılan davetlerden izlediğim kadarıyla bu hareket insanı çok yönlü anlamaya, kavramaya çalışıyordu. Meselâ pedagojinin spesifik bir konusu