Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

davranışlarımızda, anlamlandırmalarımızda, algılamalarımızda ve yorumlamalarımızda hep bu çifte aidiyet gerçeğini fark etmememiz mümkün değildir. Çifte aidiyetin kişiliklerimizde bir krize sebep olmadığını aksine bir zenginlik olduğunu unutmadan, bu zenginliğin başta kendimize, toplumlarımıza, ülkelerimize katkıda bulunması gerektiğine inanarak yapacağımız işlere sarılmak dileğiyle, nice yaz tatillerine.

Eylül 2003

      Sosyal Devletin Nimetleri

      Geçen hafta yayınlanan “Çifte Aidiyetve Zenginlik” başlıklı yazımıza Hengola’dan Burhanettin Carlak tepki gösterdi. Göndermiş olduğu yazıda “Çifte Aidiyet”e karşı çıkmakta ve bizim kırk yıldır yaşadığımız ve bazılarımızın burada doğduğu Hollanda’ya aidiyetten söz edilemeyeceğinden dem vurmakta. Aslında ait olmaktan duyulan korkunun apaçık görüldüğü yazısından bazı cümleler şöyle: “Hollanda`daki insanımızın bu ülke için de aidiyet denilebilecek kadar bir bağ beslediği kanaatinde değilim. Hollanda ile bırak müslüman bir ulkeyi Fransa bile maç yapsa, Fransa’nın yenmesini isteriz. Bahsettiğin sonucu çıkarmak için biraz erken“.

      Burhanettin Carlak’a göre henüz aidiyet duymadığımız ancak nimetlerinden de depe depe faydalandığımız Hollanda’da yaşam şartları ve standartları üzerine geçen hafta açıklanan bir araştırma sonuçları oldukca ilginç.

      Hollanda Sosyal Kültürel Planlama bürosu tarafından açıklanan rapora göre halk hükümete rağmen hayatından memnun. Her iki yılda bir yayınlanan raporda halkın napzı ölçülmekte ve bu yönde devlet tarafından tedbirler alınmakta.

      İki yıl öncesine göre Hollanda halkında hükümete olan güvende bir düşme görülürken, genel anlamda insanların evleri içinde kendilerini güvenli hissettikleri ancak dışarıda, sokakta aynı güveni duymadıkları belirtilmekte. Zaten güven geçtiğimiz seçimlerde seçim malzemesi yapılmıştı. Gerçi ben göçmen bir grubun bireyi olarak ne dün ne de bugün sokakta güvensizlik diye bir duygu yaşamamaktayım. Güvensizlik insanların yaşadıkları, karşılaştıkları olaylarla ilgili olsa gerek.

      Rapora göre halktaki bu güvensizlik özellikle 11 Eylül olayları vegeçen yıl öldürülen Hollandalı ırkçı politikacı Pim Fortuijn olayından sonra daha da artmış.

      Sokakta duyulan, hissedilen güvensizliğe karşın, 1990 – 2000 yılları arasında halkın önemli bir bölümü yani düşük gelirliler, yaşlılar, göçmenler, işsizler ve büyük kentlerde ikamet edenler bir çok açıdan ileriye gidip gelişme kaydetmişler.

      Mesela konut problemi doksanlı yıllara göre daha iyileştirilmiş ve bir milyon ek konut yapılmıştır. Yüzde seksenaltı orana varan bir çoğunluta halk oturmakta oldukları evlerden memnun. Sosyal konutlarda ev bulabilmek 2000 yılında 1,9 iken bu oran 2001 yılında 2,6’ya yükselmiş Buna karşılık ev satın alma aynı yıllarda yüzde 43’ten yüzde 53’e yükselmiş. Ev satın alan grupta göçmenlerin de sayısı ciddi şekilde artmıştır.

      İş bulma meselesinde ise özellikle kadınların ilerledikleri görülmekte. 1990-2002 yıllarında iş bulma yüzde 59’dan yüzde 68’e yükselirken, 2002’nin başlarında ciddi işsizlik baş göstermiştir. Araştırma bürosuna göre 55-64 yaş arasındakilerin önemli bir bölümü çalışmaktadır. Gelir oranları önümüzdeki zaman biriminde ortalama yüzde 1 düşecek.

      Kriminalite halkı en çok rahatsız eden bir gelişme olmuştur. Hollanda halkının, 12 yaş ve yukarısı, yüzde 25’i (3,7 milyon) 2002 yılında he hangi bir sebeple kriminaliteyle karşı karşıya kalmışlar. Bu gelişme Hollanda politikacıları, düşünürleri ve politika geliştiriciler arasında uzun bir müddet tartışılmıştır. Yeni norm ve değerlerin tesbit edilmesi, sorumluluk, kalite ve ahlak’ın geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. İnsanların manevi yönden zayıfladıkları, manevi ve moral eğitimin aktüelleştirilmesi gündeme gelmiştir.

      Araştırmaya göre ülkede her yıl daha fazla araba satın alınmakta. 1990 yılından itibaren nüfüs artışı gibi araba sayısı artmış ve ortalama bir milyon daha fazla araba alınmıştır. Bin aileden ya da ikamet edenin dört yüzünün arabası bulunmakta. Bu oran Avrupa Birliği’nde Luxemburg’da bin kişide altıyüze ulaşmaktadır. Yollarda oluşan kuyruklara rağmen araba bisiklet, tiren ve otobüslerden daha fazla tercih edilmekte.

      Hollanda ikamet eden her beş kişiden dördü kendisini sağlıklı hissetmekte. Buna rağmen sağlık sektöründeki uzun bekleyiş ve halkın şikayetleri Hollanda sağlık hizmetinin önemli problemleri arasında gelmektedir.

      2003 Hollanda Sosyal Devleti adı altında yayınlanan sözkonusu rapor toplumun aktüel problemlerini, düşünüşlerini, duruşunu ölçmekte ve idarecilere yapılacaklar hakkında bir fikir vermektedir.

      Sosyal devletin görevlerinden biri de bireyi rahat ve huzurlu kılmak olduğuna göre, yukarıda sayılan sektörlerdeki olumlu gelişmeler, önemli oranda insanın bir işe sahip olması, her evde bir ya da iki araba bulunması, düzenli sağlık kontrolü, yeterli konut, evde ve sokakta insanların kendilerini güven içinde hissetmeleri, sağlıklı beslenme kalkınmış, gelişmiş ülkenin nimetleridir.

      Bu nimetleri bir kez tadan, konforu, rahatı, gören hangi insan etkilenmez ki? Aidiyet duymasa da.

      Sosyal devletin bu nimetlerinden yararlanmak isteyen ancak çok çeşitli sebepler yüzünden faydalanamayan sayısız insanı düşünerek, içinde bulunduğumuz şartları en iyi şekilde değerlendirmek ve insan olarak, birey olarak ve dahi soyal devletin bir bireyi olarak toplumsal ve global sorumluluğumuzu asla unutmadan ve bunun hakkını vererek, gaflete düşmeden yaşamak dileğiyle.

Eylül 2003

      Tartışmalar Bizi Korkutmamalı Aksine Cesaretlendirmeli

      Dünyanın birçok merkezinde serbest pazar ekonomisi ve globalleşmenin getirdiği artı ve eksiler tartışılırken, Hollanda’da da mono kültür eksenli bir toplumun oluşturulması tartışılmaktadır. Aslında bu, tartışmadan ziyade yetkililer tarafından yapılan bir dayatmadır. Azınlıklar ve Entegrasyon Bakanı Bayan Verdonk’un bu konudaki söylemi oldukça ilginçtir: “Farklılıkların beslenmesine son verilecektir. Bunun yerine toplumsallığı, yani bu ülkenin insanlarını birbirine bağlayan değerleri ön plâna çıkartacağım. Bunlar ise bizim dilimiz, temel değerlerimiz ve herkese zorunlu gördüğümüz normlardır”. Hem temel değerler hem de herkese zorunlu görülen normlar tartışılabilir sübjektif kavramlardır. Bu konuda Hollanda genelinde de bir uzlaşma var mıdır? Bilemiyorum.

      Bakanın bu açıklaması tartışmalara hız katarken, geçtiğimiz hafta sonu Utrecht’te yapılan Hıristiyan Demokratlar “CDA” kongresinde Başbakan Balkenende de, Azınlıklar ve Uyum Bakanının görüşlerini tamamlarcasına bir konuşma yaptı. Balkenende, CDA’nın yıllar önce savunduğu göçmenler politikasının tam tersine “Müslümanların kurumlaşarak uyum sağlamaları”nın mümkün olamayacağını iddia etti. Dolayısıyla kurumlaşma sürecinde ortaya çıkan İslâmî ya da göçmen kurumların entegrasyonu engellediğini savundu. Daha da ileri giderek, İslâmî okulların ve kurumların, mevcut şartlarıyla “geri kalmışlığın bir hapishanesi” olacağını belirtti.

      Oysa, yıllar önce aynı partinin başkanı ve ülkenin Başbakanı Ruud Lubber ise, bu iddianın tam tersini savunuyordu. Tıpkı Katoliklerin geçtiğimiz yüzyılda geri kalmışlıklarını kendi oluşturdukları kurumlarla bertaraf etmeleri gibi, Müslümanların geri kalmışlıklarının da giderileceğini savunmuştu.

      Şimdi ne oldu da işler birden tam tersine dönüverdi?

      Başbakan Balkenende bu görüşünü şu iki örnekle açıklamaktadır: Zamanında Katoliklerin oluşturmuş oldukları kurumlaşmada farklı sosyal sınıflar temsil edilmekteydi.