Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

Kamu Politikaları Kurulu “WRR”, bu sorulara cevap bulabilmek için üç yıl süreyler 12 müslüman ülkeyi araştırmış. Ve bulduğu sonuçları “Anti Demokratik İslam hakkındaki şablon düşünce”sisteminin kırılması başlığı ile kamuoyuna duyurdu. WRR Raporu’nun can alıcı sonuçlarından bazıları şöyle:

      • İslam’ı hedef alan politikalara son verilmeli…

      • İslam tehlike ve Müslümanlar günah keçisi olarak gösterilmemeli…

      • Politikacılar İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan konuşmaktalar…

      • İslam, Demokrasi ve İnsan Haklarıyla Çelişmemektedir…

      Rapor, 1 ana kitap ve 4 yardımcı kitaptan oluşan rapor Hollanda dişişleri bakanı Bernard Bot’a takdim edildi. Bakan Bot konuşmasının bir yerinde şunları söyledi: ‘Batı’da islam’ın demokrasiyle ne derece bağdaştığını sık sık sormaktayız. Oysa müslüman ülkelerde bu soruyu kimse sormaz. Cevap bellidir. Islam ve Demokrasi birbiriyle bağdaşır. Bu görüşü destekleyen ve 70 müslüman ülkenin imzası olan bir deklerasyon da yayınlanmıştır”....

      Diğer taraftan Hollanda kanaat liderleri, aydınları ve eski ve yeni siyasetçiler de yoğun ilgi gösterdiği bu toplantıda Yeşil Sol’da n AP milletvekili olan Joost Langendijk de bir konuşma yaptı. Laagendijk yapmış olduğu yirmi dakikalık konuşmasının 13 dakikasını Türkiye’ye ve Türkiye’nin müslüman kimliğiyle Avrupa Birliğindeki yerini anlattı.

      Joost Lagendijk kısaca şöyle dedi: “Bize prensipleri olan insanlar lazım, dogmalar değil. Türkiye buna en güzel örnek. Hem Batı’yı hem Doğu’yu anlıyorlar. Batılı, seküler, demokratik ve müslüman bir ülke. İnsanı büyüleyen taraf ise, ulusalcı geleneğe sım sıkı sarılan bir kısım sosyal demokratlar ve muhafazakalara inat AK Parti ve Erdoğan’ın Avrupa’ya yönelmeleridir”.

      Evet kısaca geçtiğimiz haftalarda Hollanda gündemini bu konular oluşturdu. Sözkonusu konuların hepsi bizi çok yakından ilgilendirmektedir. Hollanda’da geleceğe atılacak adımlarda bu konuları iyi okumamız gerekir.

Nisan 2004

      Avrupa Türklerinin Amaç Birliğinde Görünmeyen Gücü

      Bu köşeyi okuyanlar hatırlayacaklardır. Zaman zaman Avrupa’daki Türklerin pedagojileri ile ilgili denemeler yer alır bu satırlarda. Kimi zaman bir Türk’ün başarısı, kimi zaman ayrımcılığa uğramış bir vatandaşımızın durumu ve kimi zaman da, dışlanmışlık psikolojisiyle karşımıza çıkar Avrupa Türkleri bu sütunda yer alır. Çoğu zaman optimist ve iyimser yargılar sıralanır paragraf aralarında. Her olumsuz gelişmede dahi bir olumlu yön bulunmaya gayret edilir. Ümit her şeyimizdir çünkü bizim. Var olmak, ayakta kalmak ve varlığımızı korumak hava gibi, ekmek gibi bir şeydir bizim için. Çünkü biz, bu ülkelerde çifte kimliğimizle, aidiyetimizle, sorumluluğumuzla var olmak ve yaşamak istiyoruz.

      Sadece yaşamakla kalmayıp, aynı zamanda, hem içinde yaşadığımız ülkelerin yöneticileri, siyasetçileri tarafından hem de köklerimizin dayandığı ülke tarafından fark edilmek istiyoruz. Kırk yıllık göç serüvenimiz sonucunda oluşan tecrübe, kurumlaşma, farklı alanlarda temsil edilme ve gerektiği zaman bir amaç uğruna birleşebilme bizim en tabiî hakkımız olsa gerek. Geçmişteki bir takım şartlar sebebiyle çok farklı isimlerde, çatılarda ve kulvarlarda birleşenler zaman zaman bu birleşmeyi tek yöne akıtabilmekteler. İşte böyle, gayri ihtiyari ve organize olmamış bir birleşmeyi geçtiğimiz günlerde İstanbul’da gerçekleştirilen Eurovizyon Şarkı Yarışmasında sergileyebildik.

      Çok sayıda Türk’ün yaşadığı bütün ülkelerde, Almanya, Hollanda, Belçika ve diğerlerinde Türkiye’yi temsil eden şarkıya 12’şer puan verildi.

      Bunun mutlaka bir anlamı olmalı. Avrupa’da bir güç, görünmeyen bir güç var. Bu güç Eurovizyon yarışmasında spontane olarak harekete geçmiş ve Türkiye’ye tam puan verdirebilmiştir.

      Tam puan verdirebilmek için illa sokaklara dökülmeye, bağırmaya, çağırmaya gerek kalmamıştır. Evlerinde, heyecanla seyrettikleri yarışmaya telefonla puan vermişlerdir. Sadece puan vermeyle kalmamış, çocuklar dahil büyük bir kitle yarışma gecesi saat 24.00’lere kadar ayakta kalmışlardır.

      Bu heyecan, evlere hakim olan atmosfer, Avrupa ülkelerinde yaşamakta ve yetişmekte olan çocuklarımızın psikolojisine nasıl yansımıştır, onu siz düşünün artık.

      Gerek Eurovizyon yarışmasında gerek diğer bazı etkinliklerde ortaya çıkan bu güç, Avrupa’daki Türkler, Türkiye ve diğer akraba topluluklar için büyük bir şanstır.

      Sadece bunlar için mi?

      Hayır.

      İçinde yaşanılan ülkelerin siyasetçileri için de cazip olabilir.

      Zira sadece Almanya’da beş yüz bin Alman pasaportlu, Hollanda da ikiyüz elli bin Hollanda pasaportlu Türk toplumu bu ülkenin siyasîleri tarafından iştah kabartabilecek bir güçtür.

      Ancak! Gerçekte, realitede, günlük yaşamda bu ne kadar doğrudur? Sorusuna vereceğimiz cevap sadece koskocaman bir MAALESEF’tir.

      Aynı konuya şu günlerde Avrupa Parlamentosu’nda görev almaya hazırlanan Cem Özdemir de değinerek şöyle diyor: “Almanyalı Türkler Latin Amerikalı göçmenleri kendilerine örnek almalıdır.” Neden? Çünkü George Bush bile Latin Amerikalıları karşısında görünce, tavrı değişiyor ve İspanyolca bilmemesine rağmen, Latin Amerikalıların hoşuna giden ‘Spanglish’ ile konuşmaya başlıyor.”

      Biz de ise, durum çok farklı. Türklerin Hollanda’ya gelişlerinin 40. yıl kutlamalarına katılan entegrasyon Bakanı Bayan Verdonk, Türk Devleti yetkilerinin de hazır bulunduğu ortamda, Hollanda’daki üst kuruluşlarımızın temsilcilerinin ve iki bin Türk dinleyicinin gözünün içine bakarak adeta “zorla entegre olacaksınız” diyerek bizi azarlıyor.

      Peki ya Türkiye bu gücün farkında mıdır? Bu ise ayrı bir konu. Ama cevap yine yukarıdakine benzer bir şey.

      Avrupa’ya göç serüvenimizin tarihi 40 yılı bulmasına ve çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin sayısı 4 milyonu aşmasına rağmen hâlâ bulunduğumuz ülkelerin siyasetçileri tarafından kaale alınmıyorsak oturup ciddi ciddi düşünmemiz gerekir.

      Oysa kendiliğinden oluşan ve zaman zaman ortaya çıkan “amaç birliği” tüm ideolojik birlikteliklerin üstüne çıkarak hem Avrupa ülkeleri hem geldiğimiz ülke için iştah kabartabilir.

      Aynı güç, önümüzdeki dönemde çok daha sık gündeme gelecek olan Türkiye-AB ilişkilerinin “sivil boyut”unu oluşturabilir. Bu sivil boyut, ekonomik işbirliği, bilgi birliği, kültürel ve sosyal çalışmalarda da kullanılabilir.

      Bunun içindir ki, bu görünmeyen güç üzerinde gerek Türkiye gerek içinde yaşanılan ülkelerin bu kitlenin faydasına olacak araştırmalar yapmaları gerekmektedir.

Nisan 2004

      Avrupa Türkleri ve Avrupa Parlamentosu Seçimleri

      Bildiğiniz gibi, Hollanda’da geçtiğimiz dönemde mahalli seçimler, parlamento seçimleri ve eyalet seçimlerini yaşadık. Şimdi de Avrupa Parlamentosu seçimleriyle karşı karşıyayız. Haziran ayının ikinci haftası Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Her seçimde olduğu gibi önümüzdeki günlerde yapılacak AP seçimlerinde de Avrupa’da yaşayan Türkler farklı partilerden adaylıklarını koymuş bulunuyor. Bu adaylardan hemen aklımıza gelenler Belçika’dan Fatma Pehlivan, Meryem Kaçar, Almanya’dan Vural Öger, Cem Özdemir, Ozan Ceyhun, Danimarka’dan İsminur Lone Yalçınkaya, Hollanda’dan Osman Elmacı, Emine Bozkurt ve diğer