Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

engellemez. Kalite ve kapasite ile mevcut durum güçlendirilir, zenginleştirilir. Bu görev önemli ölçüde göçmenlerin kendi görevleri olsa da, kısmen devletin de görevidir. Orta sınıfın oluşmadığını ya da farklı meslek birimlerinin, değişik kuşakların İslâmî kurumlaşmada temsil edilmediğini söylemek sadece bir durum tespitinde bulunmaktır; bir çözüm önerisi değildir.

      Diğer taraftan, göçmenlerin gelmiş oldukları ülkelerle ilişkilerinin bahane edilmesi ve bu ilişkilerin “kurumlaşmanın hapishanesi” olarak görülmesi yorumuna katılmak mümkün değil. Teknolojinin ayyuka çıktığı bir zaman biriminde insanların kökleriyle ilişkilerinin kesilmesi mümkün olur mu?

      Hükümetin tasarruf tedbirleri çerçevesinde anadil eğitiminin kaldırılmasından tutun da, ana dilde yayının kaldırılması, kültürel kimliklerin bir kenara konulması ya da yaşatılmaması gibi görüşleri yarınlarda Hollanda’da farklı tartışmalara gebedir.

      Homojen bir toplum oluşturmak mümkün olabilir mi? Dünyanın her yerinde etnik kimliklerin tanınması, farklı kültürel değerlerin yaşatılması -en azından bu özgürlüklerin verilmesi- için mücadele edilirken, bizim Hollanda’da mono-kültür projesini gerçekleştirmemiz abesle iştigal olmaz mı?

      Bütün bu tartışmalardan, açıklamalardan da anlaşılıyor ki Hollanda, artık o eskiden övünülen, dünyada pek fazla örneği kalmamış, çok kültürlü toplum yapısını terk etmek istiyor. Ve bu görüş, sanki mevcut hükümetin entegrasyon politikasıymış gibi lanse edilmektedir.

      Bu görüş, göçmenler arasında entegrasyon yerine asimilasyon politikasının uygulanmak istenmesi olarak algılanıyor. Bu ise, kabul edilir bir yorum ve politika olamaz.

      Hollanda’da işlerin iyi gitmemesinin faturası ellerinde güç ve sorumluluk olmayan göçmenlere çıkarılabilir mi?

      Daha dün bu ülkede güvensizlik tartışılıyordu. Daha dün, bu ülkede vandalizm ve kaybolan ahlâk tartışılıyordu. Saygının, sevginin ilkokullarda daha belirgin bir şekilde verilmesi isteniyordu büyük çoğunluk tarafından. Bütün bunlar ne çabuk unutuldu.

      Hemen hemen toplumun tüm katmanlarında tartışılan ve zaman zaman dozu kaçırılan entegrasyon ya da asimilasyon konusu, ülkede yaşayan biz etnik grup bireylerini korkutmamalıdır.

      Bu tür tartışmalar, toplumsal sorumluluğun bilincinde olan göçmen bireylerin, gelişen olayları daha farklı bir boyuttan inceleme, analiz etme, yorumlama ve gelişmeleri kavrama fırsatı vermelidir.

      Tartışmalara bir de bu yönden bakmalıyız.

Kasım 2003

      Liberal Cihat ve Hıristiyan Demokratların Oportünistliği

      Hollanda’da Müslümanlar, ne yazık ki hür düşünceyi, özgürlüğü ve aydınlanmayı kendilerine şiar edinmiş liberaller tarafından ateş altındalar. Her ne kadar Liberal Parti’den milletvekili Fadime Örgü, aynı partiden eski Müslüman Somalili Ayaan Hirşi Ali’nin yaptığı açıklamalara, çıkışlara, saldırılara ve ayrımcılığa kadar uzanan yorumlarına katılmasa da ve hattâ söz konusu kişinin Liberal Parti adına konuşamayacağını belirtse de, realite gösteriyor ki, Liberaller sanki Müslümanları püskürtmek gibi bir tavır içindeler. Bu tavra, Müslümanlara özel bir kini ve nefreti bulunan Somalili liberal parti milletvekili Hirşi’nin tavrı eklenince, söz konusu püskürtme çok daha netleşiyor. Hirşi’ye göre: “İslâm okulları bölünmeye sebep oluyor,” “Hoşgörü karşıtı olan okullar kapatılmalı.” “Gençler din adamlarına teslim edilmemeli.” Bu çıkış karşısında Trouw gazetesi yazarı J. A. A. van Doorn dalga geçerek şöyle diyor: “Gençlerin üzerindeki imam monopolisinin bertaraf edilmesi için, İslâm fundamentalizmine karşı en iyi cevap Liberal Cihat’tır.”

      Oysa Hollanda’da liberallerin din ve dindarlar hakkındaki bu çıkışlarının bir ilk olmadığını ibretle öğreniyoruz. Van Doorn’dan öğrendiğimize göre, on dokuzuncu yüzyılda aynı liberaller, Aydınlanma adına, kilise görevlilerinin gençler üzerindeki etkisinin kırılması için özel okullara karşı çıkmışlar. Zamanın liberal bakanı Kappeyne van de Coppello söz konusu karşı çıkışı dillendirmiş. Ancak zaman Kappeyne’nin “Liberal Cihat”ının tam tersine işlemiş, bölük pörçük Katolik gruplar bir araya gelerek kendi kurumlarını oluşturmuşlar ve bu doğrultuda okullarını açarak, belki yarım asır ve daha fazla süren bir mücadeleyle topluma entegre olmuşlar.

      Liberallerin o günkü korkuları doğru çıkmamış; söz konusu Katolik toplum ayrışmamış ve geri kalmamış, toplumun geneline uyum sağlamış. Böyle tarihî bir tecrübeden gelen Katolikler, yani Hıristiyan Demokratlar, bugün iktidar olmuşlar. İşin garip tarafı da -belki işin güzelliği de-, o günlerde kendilerini tehlikeli bulan Liberallerle birlikte şimdilerde ülkeyi yönetiyorlar. Kendilerine geçen yüzyıllarda yapılan haksızlığı unutmuşçasına -pek ihtimal vermiyorum ama- bugün ülkeyi yöneten Hıristiyan Demokratlar yıllardır savundukları düşüncelere ters görüşlerle Liberallere çanak tutmaktadırlar. Geçen hafta yazdığımız gibi, Hıristiyan Demokrat Başbakan Balkenende parti kongresinde yapmış olduğu açıklamasıyla, yani “İslâmî kurumlaşma geri kalmışlığın hapishanesi”dir sloganıyla sadece etnik azınlıkları değil, aynı zamanda, ülkenin sağduyulu tüm yazarlarını şaşırtmıştır. Başbakan Balkenende bu tavrıyla Hıristiyan Demokrat doktrine ters düşmüş ve yıllardır savundukları “öz kurumlaşmayla emansipasyonun ve entegrasyonun” mümkün olabileceği görüşünü bir çırpıda silmiş atmıştır. Tabiî ki Başbakanın bu çıkışı birçok Hollandalı yazar tarafından da yadırganmış ve buna bir anlam verilememiştir. Yazarlar, Başbakanın “hayalet” gördüğünü dahi belirtmişlerdir. Zira, yıllar önce Başbakanın mensup olduğu grup hakkında da liberaller, bugün Başbakanın Müslümanlar hakkında kullandığı “geri kalmışlığın hapishanesi” tabirini kullanmışlardı.

      Gazeteci yazar van Doorn’a göre, gerçekten söz konusu grubun, yani on dokuzuncu yüzyıl Katoliklerinin birçok görüşü geri ve zamanın gerçekleriyle uyuşmuyormuş. Buna rağmen, grup ilerlemiş ve topluma entegre olmuş. Ve bu entegrasyon, Katoliklerin kendi kurumlarını oluşturmasıyla gerçekleşmiş. Dolayısıyla entegrasyonla birlikte, dindarların ve papazların gençlik üzerindeki etkileri de kendiliğinden geçmiş. Zamanın Katolik gruplarının kendilerine Hıristiyan bir cumhuriyet kurmak istemeleri gibi radikal görüşlerin bulunmasına rağmen emansipasyon sağlanmıştır.

      Müslümanların Hollanda’da kendilerine özgü bir İslâm Cumhuriyeti kurma istekleri bile olmamasına, yani Müslümanların içinde böyle düşünen gruplar bulunmamasına rağmen Başbakan aynı yolu, Katoliklerin geçtiği emansipasyon yolunu Müslümanlar için mümkün görmüyor. Müslümanların organize biçiminin buna engel olduğunu, Müslümanların farklı sosyal sınıfları temsil etmediklerini, birleşmelerinin kolay olmayacağını ifade ediyor.

      Başbakan bal gibi biliyor ki, Müslümanların Hollanda’da geçmişleri yüzyıllarla ölçülmez. Başbakan bal gibi biliyor ki, mevcut Müslüman kadronun söz konusu “öz kurumlaşmayı” gerçekleştirecek alt yapısı yok. Başbakan bal gibi biliyor ki, Müslümanların camilerinden ve okullarından başka kurumlaşma yönünde gösterebilecekleri kurumları yok. Başbakan bal gibi biliyor ki, kurumlaşma on yılları ve nesilleri gerektirir. Para kazanmak için Hollanda’ya gelen işgücünden kendi inançları ve kültürleri doğrultusunda bir kurumlaşmayı beklemenin abesle iştigal olduğunu da Başbakan, adı gibi biliyor. Peki, bütün bunlara rağmen neden garip çıkışlar yapar bir ülkenin başbakanı? Liberalleri rahatlatmak için mi? Oy kaygısı için mi? Felsefe yapmak için mi? Biz bu soruların cevabını ararken, Hıristiyan Demokrat Parti’den milletvekili seçilmiş Türk asıllı arkadaşlarımızın da gerek parti içinde gerek