Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

getirmiştir. Bence haksız bir müdahaledir. Hele hele şu dönemde uluslararası topluluğu dinlemeden dünya jandarmalığına soyunmak hiç te kabul edilir cinsten değil.“

      Irak Krizi, Orta Doğunun hali ve Fanatizm hakkında da Pronk şunları düşünmektedir: “Törer olaylarının beslendiği bir teoriyi en azından kağıt üzerine dökebildim. Benim görüşüm şudur. Fakirlik şiddeti doğurmaz. Ancak sistem içinde bazıları dışlandıysa bunun siyasi yansımaları vardır. İnsanlar kendilerini sistem dışına çekmektedirler. Meseleye Amerika ile Kuzey arasında aşk-nefret ilişkisi olarakta bakmak mümkündür. İnsanlar Amerikan dizilerine bakmalarına, Nike marka giymelerine rağmen Amerika’dan gelen sisteme karşı direnmektedirler. Belki, neye, niçin karşı olduklarını bilmeden. Kaybedecek fazla birşeyleri olmadığı için sisteme karşı gelmekteler. Bu onlar için aslında kazanmanın bir işaretidir. Bu turum ise insanı fanatizme götürür. Bunun çözümü, insanlardaki fanatizmi ve ikili morali oluşturan motifleri ortadan kaldırmaktır. Bu ne demektir? Nasıl gerçekleştrilmelidir ? Her şeyden önce İslam’la (müslümanlarla) eşit şartlarda diyaloga girmek demektir. Sadece karşı tarafın silahlanmasını önlemek değil aynı zamanda kendi silahlanma sisteminide tartışma konusu yapmak demektir. Filistin hakkındaki mevcut tavrın ve duruşun, Arapların ve diğer İslam ülkelerinin şüphelerini ortadan kaldıracak bir şekilde değişmesi demektir.

      Her zaman kendi haklılığını düşünmeksizin, aynı konularda farklı bakışların, değerlendirmelerin olabileceğinin idarike varmaktır. Önemli olan kültürel diyalog ve eğitim meselesidir. Yani dünyanın ya da başka yerlerde yaşayan insanların çoğu zaman dünyanın diğer bölümünde yaşayanlardan farklı düşündüklerinin bilinmesidir. Ki, bu ayrı düşüncelerle hem fikir olunmasa da bunların varlığını kabul etmek basit ilişkilerin temelidir. Bu zor bir süreçtir ama bir o kadar da etkilidir’’.

      Bu yönde ulusal veya uluslararası bir politika var mıdır, geliştirilmiş midir? Sorusuna ise Pronk şu cevabı veriyor : ‘’Günümüzde siyasi ve kültürel görüşler ekonomik faktörlerin önünde gelmektedir. Dolayısıyle, dominant siyasi bakışta Kuzey sürekli dışlanmakta ve kendi sınırları içinde kendi kimliğiyle başbaşa bırakılmaktadır. Bu ise Kuzey’de, özellikle bazı gruplarda fanatizmi kaçınılmaz kılmaktadır. Günümüz uluslararası kurumsal sitemin mimarisi güçlendirilmeli, İkinci Dünya Savası galiplerinin hakimiyetlerini sürdürdükleri bir sistem ve yapı olmamalıdır”.

      Pronk’a göre gruplara, insanlara yaklaşma ve değişme sürecine katkıda bulunma, etki etme eskisi gibi olmamalıdır. “Eskiden olaylara hep kozmopolit yaklaşılırdı. Gençlere veya kadınlara yönelik aydınlatma, bilgilendirme girişimleleri olurdu. Şimdi önemli olan mesele elit grubun nasıl değiştirilebileceği ve bu grubun nasıl etkileneceği meselesidir. Liderlerin, yöneticilerin değişmesi, meselelere, tartışmalara katılımı ciddi bir sorundur. Bu noktada zorluklarım var. Şöyleki, kimlik promlemlerini çözmek ekonomik problemlerden daha zordur. Zıtlıklarla çözmeniz mümkün değil, zira zıtlaşma çatışmayı ve yan etkilerini beraberinde getirir. Bu konuda keskin reçetem olmamakla birlikte ne kazanırsak kardır mantığıyla olaylara yaklaşmayı düşünmekteyim. Bu metodun ana fikri de psikolojiktir yani “diyalog”dur. Diyalog süreci, dominant gücü ve etkiyi sınırlasada başlı başına bir zenginliktir. Zira toplumların sürekli çatışma, adaletsizlik, geri kalmışlık içinde uzun süre hayatlarını sürdürmeleri beklenemez. Bir gün memnuniyetsizlikler o derece ilerlerki o toplum artık büyük bir tehlike arzetmeye başlar. Hiç bir toplum getto halinde yaşamaz. Bu tür bir yaşam kendilerini güven içinde hissedenler içinde bir tehlikedir, bir gün kendilerini olabilecek tehlikelerden koruyamazlar”.

      “Politikacılar insanları, onları seçenleri mutlaka dinlemelidirler. Dinlemek demek susmak anlamına gelmemelidir. Kitleyle konuşmaktır. Onları rahatlatmaktır, ikna edebilmektir” diyen Pronk sökonusu değişim ve diyalogun Ukumenik (birlikte hareket etmek) hareketle nasıl başarıya ulaşacağı? Sorusuna şöyle cevap vermektedir: “hiç bir kimseyi dışlamamalıyız. Diyalog’la, sürekli konuşmayı denemekle, kendilerini dışlanmış, horlanmış, itilmiş hissedenlerin gönüllerini alarak siyayi süreçlere etki edilmelidir. Bunun için uzmanlaşmaya gerek vardır.

      İnsanların, farklı yollarla önemli meseleler hakkında birlikte konuşabilmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Boş vaaz etme yerine, icraat yapılmalıdır. Bu bilgilenmeyle olabileceği gibi, insanların bu işe inanmaları ve bu işe hazır olmalarıyla gerçekleşi”.

      Bir çok konuda, sadece dış politika değil, çok kültürlü toplum, göç, kalkınma işbirliği yardımı, Avrupa Birliğinin geleceği, Avrupa kimliği gibi bir çok konuda tartışmaya ve ortak çalışmaya hazır olunmalıdır. Hollada’da bol bol kunuşulmaktadır, ama icraat, o bir soru işareti. Konuşulan konunun muhatabı dışlanmamalıdır. Onlar hakkında onlardan habersiz tartışmalar yapılmamalı ve kararlar alınmamalıdır”.

      Maalesef Hollanda’da hep böyle yapıldı. Göçmenlerin entegrasyonundan tutunda eğitim, gençlik, konut vs. problemine varıncaya dek göçmenlerin fikri alınmadan ilk önce tartışıldı sonra çıkan sonuçlar gereği uygulanan politikalara göçmenlerin uymaları istendi. Sonuç malum. Koskoca bir fiyaska. Geçmiş hükümetler, içinde Jan Pronk’un da bulunduğu hükümetlerin uyguladıkları politikalar, takip ettikleri metodlar hep böyle olmadı mı? Göçmenlerle bırakın konuşmayı, fikirlerini almayı sanki onlar bu ülkede yaşamıyormuşcasına davranıldı. Oysa Hollanda için, diğer Avrupa ülkeleri için farklı kültürlülük bir hayal bir rüya değil apaçık bir gerçekti. Bunu hem günlük hayatta hem kurumlarda hem bireylerde hem caddelerde görmemiz mümkündü. Ama bugüne kadar mümkün olmayan bir gerçek vardı ki, o da dominant kültürün bireylerinin, kurumlarının sahip oldukları güçleri, etkileri belki azalır, zedelenir korkusuyla söz konusu farklılıkla bir türlü diyaloga girme cesaretini gösterememeleriydi. Kaldıki bu süreç onlar içinde bir zenginliğin başlangıcını oluşturabilirdi. Dışlamak, hesaba katmamak, kurumsal red nereye kadar sürer ve bunun kime faydası var, bilemiyorum.

Mart 2003

      Frits Bolkestein, Birey ve Toplumsal Sorumluluk

      Amsterdam’dan Ramazan Yurtsev geçen hafta Jan Pronk ve çok kültürlü toplum başlıklı yazımızdan sonra, elektronik posta adresime şu notu göndermiş. “Sayın Veyis Güngör DÜNYA gazetesinde yayınlanan yazılarınızı okumaktayım. Genellikle Hollanda’daki göçmenlerin, dolayısıyle Türklerin etrafında cereyan eden konularda yazılar yazmaktasınız. Biz de bu toplumda olan gelişmelerden böylece haberdar olmaktayız. Bunun yanısıra gerek geçen haftaki yazınızda İşçi partili Jan Pronk, gerek bundan bir iki ay önceki yazınızda da CDA’nın ideologlarından Anton Zijderveld’in görüşlerine yer verdiniz. Bütün bunları bir plan doğrultusunda mı yapıyorsunuz? Eğer öyleyse sırada kim veya kimler var doğrusu merak etmekteyiz”.

      Okuyucumuza teşekkür ederiz. Elbette her yazının bir amacı vardır. Yazıya konu seçilirken verilmek istenen mesaj mutlaka önceden düşünülür. Ben de haftalık konularımı seçerken, eğer o hafta gündemimi Hollanda’daki siyasi gelişmeler belirlememişse, önceden kafamda oluşan bir proje doğrultusunda seçerim.

      Okuyucumuzun da dikkatini çeken proje şudur. Hollanda’da yaşayan Türk azınlık olarak çok geçte kalsak, Hollanda düşünce yapısı, felsefesi, siyasilere yön veren ideologları, siyaset ve bilim adamları, kültür ve sanat adamları, tarihi olaylar yani Hollandayı Hollanda yapanlar hakkında bilgi sahibi olmamız, bunları bilmemiz gerektiğini düşünmekteyiz. Buradan hareketle zaman zaman Hollanda tarih felsefesi ve Hollanda sosyal tarihi üzerinde kısa denemelerim olmaktadır. Toplumun düşünce yapısını, akımları, ekolleri, norm ve değerleri bilmeden o toplum hakkında yüzeysel bilgi sahibi olunur. Kaldı ki, bir çoğumuz kendimizi artık Türk kökenli Hollandalı saymaktayız. İşte bugün sıra Hollanda