Veyis Güngör

Siyasi Katılım


Скачать книгу

gönderme yapan Bolkestein, Mandeville’nin ‘bireysel çıkar sağlayan uğraşların mutlaka toplumsal çıkarları bertaraf edeceği diye bir kaide olmadığın’dan bahsettiğini söylemektedir. Zira bireysel alandaymış gibi görünen erdemlilik mikro derecede kalmamaktadır. Tam tersine topluma malolmaktadır. Aynen şu meşhur sözde anlamını bulduğu gibi: “Private vices, public benefits”. Dolayısıyla günümüzde tartışılan toplumsal sorumluluk aslında bireysel sorumluluktur. Bireysel sorumluluk başkalarının da çıkarlarını hesaplayabilmektir.

      Klasik liberal modele göre toplumdaki birey ilişkileri mübadele ilişkileridir. İlişkiler zaman içinde anlaşma şekillerini alır. Böylece bir takım normlar üzerinde anlaşma sağlanırken bazı kurallar gelişir.

      “Vatandaşlar arasındaki ilişkilerde yeterli derecede bir güven ortamı olması gerekmektedir. Güven ortamının olmadığı yerde ticarette olmaz. Böyle bir durumda ticaret yapan birey, temel bazı kurallarla başkalarınında çıkarlarını gözetmek durumundadır. Başkalarının çıkarlarını korumak aynı zamanda kendi çıkarlarını da korumak demektir. Bu şu demektir. Birey aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk altındadır. Bu sorumluluk açık ve özgür bir toplumun oluşmasıdır’’.

      Bolkestein klasik liberalizme getirmeye çalıştığı yeni yorumlarıyla dikkat çekmektedir. Bolkestein’e göre liberallerin de “İyi yaşam” yaşam hakkında görüşleri olmalı. Bireylerin seçimlerini yapabilmelerinde çevrelerinde olanlar belirleyici olmaktadır. Bu ise insan davranışını da belirlemektedir. Bunun için bazı bireysel erdemlilik toplum çıkarına göre iyiyse, bunlar yayılmalı, tanıtılmalıdır. Kaldıki, günümüz toplumu Adam Smit dönemine göre çok daha açıktır, belirgindir. İletişim sayesinde haber alma ve etkilenme tartışma götürmez bir gerçektir.

      Liberal Bolkestein şu sorulara cevap arıyor : İyi vatandaş ne demektir? İyi bir vatandaştan neler bekleyebiliriz? İyi bir vatandaş toplumsal sorumluluğun manasını nasıl verir? Bu noktada karşımıza ahlak meselesi çıkmaktadır. İnsan davranışının şekillenmesi sözkonusudur. Filozof Herbert Spencer ve John Dewey bu konuda sosyolojik evrim ahlak’ı geliştirmişlerdir. “Değer”in bulunmadığını, dogmatik olmadığını, “değer”in uzun bir zaman süresince geliştiğini belirtmişlerdir. Hayatiyetini sürdüren “değer”in ise değişikler karşısında ayakta kalabilen, dayanabilenin “değer” olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Şartlar içinde en güçlü olan değer ancak etkili olan ‘değer’dir. Hızlı değişim karşısında “değer ve ahlak” kendini yenilemelidir.

      “Filozof Hayek ve Popper’a göre norm ve değerlerin rasyonalist bir tasarımla birleştirilmesi mümkün değildir. Bunu komünistler denemişler ancak başarılı olamamışlardır”.

      Onun için ‘değer’in oluşmasında gelenek önem arzeder. Gelenek ve değişme atbaşı gitmelidir. Bir başka ifadeyle normların yenilenmesi zorlama ve şiddetle olmamaktadır.

      Bolkestein’e göre hangi norm ve değerlerden bahsedebiliriz? Toplum yararına olan norm ve değerlerden elbette. “Dürüstlük ve içtenlik/samimi olmak gibi erdemlilik toplumsal güvenin temel taşlarıdır. Beyefendilik ve adaletli davranmak ise toplumsal güvenin diğer iki erdemliliğidir. Ancak bu erdemliliklerin zorluğu ise gerçek manasını bulamamalarıdır. Çoğu zaman, şartlara göre anlam kazanmalarıdır ki, bu erdemliliğin nesillere sanki bir toplumsal emir veya buyrukmuş gibi verilmesini engellemektedir. Toplumsal sorumluluk her vatandaşa onu zorlamadan seçim yapmaya davet eder. Bu noktada özgürlük ve sorumluluk kenetlenmesi devreye girer”.

      “Liberaller insanın refleks içinde olduğundan hareket ederler. Bunun için işin başında özgürlüğü seçmeleri ya da özgür olmaları gayet normaldir. Bizim insani gerçekliliğimiz özgürlükle sorumluluğu aynı anda seçmemize hiç bir zaman engel teşkil etmez. Tam aksine bunları birbirini tamamlayan unsurlar, değerler olarak görür.

      Böyle bir seçim yapmak problemlerden arınmak manasına gelmez. Sorumluluk, bireysel özgürlükle ne derece uyum içinde olur bilinmez. Öyle olunca her birey, kendi konumu gereği, içinde bulunduğu çevreyi değerledirerek kendisi için toplumsal sorumluluğun ne anlama geldiğini araştırmalıdır”.

      Bolkestein’e göre siyasetçiler vatandaş ile devlet arasında bir ikilemdedirler. Bir taraftan onlarda diğer vatandaşlar gibi sıradan bir vatandaştır. Diğer vatandaşlar gibi sorumlulukları vardır. Diğer taraftan da siyasi görevlerinin gereği norm ve değerlerin formüle edilmesinde üzerlerine önemli görevler düşmektedir. Gerçi netice olarak norm ve değerlerin içinin doldurulması sadece siyasetçilere bırakılamaz. Norm ve değerlerin gelecek nesillere aktarımı, taşınması hiç şüphesiz evlerde, ailelerde başlar. Aktarma okulda devam eder. Çocuklar, vatandaşlık bilincine ulaşırlar. Düşe kalka “toplumsal sorumluluk” nedir sorusuna cevap aranır. Gerçi her vatandaş sözkonusu “sorumluluk” konusunda duyarlı olmayabilir. Liberallein görevi bir çok kişide sözkonusu duyarlılığın oluşmasını sağlamaktır.”

      Son olarak, liberal Bolkestein’in İslam dünyasının Batı’ya tehdit oluşturup oluşturmadığı sorusuna verdiği cevap şöyledir: “İslam dünyası batı için bir tehdit oluşturmaz. İslam dünyası kendi meseleleriyle baş edememektedir… Batıyı tehdit bizatihi Batının kendisidir. İşsizliğe bakın. Liderliğe bakın. Toplumsal çözülmeye bakın. Güvensziliğe bakın. Ama bütün bunlar bizim kendi suçumuz. Bir Amerikan çizgiromanındaki figürün ifade etttiği gibi: “düşmanı gördüm, o düşman biziz, kendimiziz”.

Nisan 2003

      Aydınlanma Döneminden Günümüze: Avrupa Merkezciler ve Rölativistler

      Aydınlanma döneminden hareketle siyaset bilimci Siep Stuurman şu soruları sormaktadatır: Avrupa kimliği Avrupa tarihidir denilebir mi? Avrupa bir kültürel medeniyet midir ? Avrupa’yı Avrupa yapan kimlikler (dini, entellektüel, siyasi, ekonomik) nelerdir? Avrupa kalkınmasının şahaser tarafı nedir? Siyasi ve sosyal düşünürler günümüz Avrupasını nasıl analiz ederler, nasıl değerlendirirler? Farklılıklardan, yeniliklerden ve zıtlıklardan ne anlarlar bu düşünürler? Bu sorlardan hareketle günümüzde tartışılan ‘çok kültürlü toplum’ konusuna farklı bir açıdan bakmaya çalışan Siep Stuurman sadece bu sorular la yetinmemektedir. Geçen haftalarda bu sütünlarda görüşlerine yer verdiğimiz liberal Frits Bolkestein’e de sorular soran ve liberal görüşü eleştiren Erasmus Üniversitesi öğretim görevlisi Stuurman İslam-Fundamentalizmi ve göçmenler üzerine de sorular sormakta ve cevaplar aramaktadır. Biz bu yazımızda Siep Stuurman’ın liberal görüşe yaptığı eleştiriler ve aydınlanma dönemi temel kavramlarından hareketle çok kültürlülük tartışmaları etrafında ortaya çıkan bazı düşüncelerine değineceğiz.

      Liberal Frits Bolkestein’in çok kültürlü toplum etrafında yaptığı açıklamalar ve beraberinde “aydınlanma”nın Avrupa kültür mirası olduğunu söylemesine itiraz eden Siep Stuurman şu görüşte: “Bolkestein bir taraftan aydınlanma hareketinin üniversal olduğunu söylerken, bunun bize ait, özellikle islam’a ve müslümanlara ait olmadığını söylemektedir. Böyle bir çıkış noktası göçmenlerle diyalog için kötü bir başlangıçtır”. Ayrıca Bolkestein’in olayı sunuşunda pedegojik bir sorun görünmektedir. Yani Arupalıların, ‘biz’in ve diğerlerine onların nasıl davranacakları ve hangi değerleri kabul edeceklerini açıklama, emretme vardır.“Böyle bir yaklaşım nereden kaynaklanmaktadır. Böyle bir yaklaşım ‘aydınlanma’çağında mevcutmuydu? Siep Stuurman’a göre bu görüş ondokuzuncu yüzyıl liberal düşünürü, aynı zamanda On Liberty adlı kitabın da yazarı olan John Stuart Mill de yatmaktadır. Çünkü Mill’in iddiasına göre tarihsel açıdan bazı kültürler ‘yetişkin değildir’ ler. Onun içindirki diğerleri yani ‘yetişkinler’ bunları terbiye etmelidirler. Gerçi Stuurman’a göre ‘aydınlama