köyün altını da üstünü de çok iyi bilen Mübariz (başka kimse değil, Mübariz) kesin biliyordu ki, Behram korkak değil. Ama şimdi eğer Behram böylesine korkmuşsa…
“Peki, nasıl olur, o gün ikimiz beraber gittiğimizde bu ruh neredeymiş?”
“Bilmiyorum…”
“Behram, bak kulağına sesler gelmiş olabilir. Boş şeylerdir. Mağaranın ruhu… Git evine dinlen, uyu. İstersen Tükez’i göndereyim, bir iki gün sana baksın.” Mübariz Efendi muhtarlığın hademesi Tükez kadını arada bir (öylesine, eve barka kadın eli dokunsun diye) Behramlara gönderirdi: “Nasıl olsa yalnız insandır, aman hastalanmasın.”
“Hayır, Tükez kadınlık bir iş yok. Dersin ki git, giderim ben. Ama sen iyice belle bunu, ben söyleyeceğimi söyledim.”
“Söyledin, söyledin… Tamam, diyelim k, sen bana söyledin sözünü. Ya ben yapayım şimdi? Kalkıp şehirdekilere, büyüklerimize ‘buralara gelmeyin’ mi diyeyim? Mağara ruhundan… İzin çıkmadı mı diyelim?”
Behram Emmi nasıl baktıysa Mübariz şaşırdı, şakayla söylediği sözlerin sonunu zorlukla getirebildi.
“Bilesin” Behram Emmi yine o ürkütücü fısıltıyla söyledi: “kulağıma şimdiye kadar ses falan gelmemiş benim, şimdi de gelmedi. Duydum! Mağaranın bir köşesinde o zalim ses gelip kafamın içini doldurduğu zaman yuvarlak bir şey de vardı, yanan küre gibi ışık saçıyordu, dolunaya benziyordu. Kafamın içindeki gümleme dinince o kürenin ışığı da yavaş yavaş söndü, belki aniden söndü, hatırlamıyorum, unutmuşum.”
“Ya, yeter Allah’ı seversin, aklını başına topla. Kim inanır bu safsataya, hiç düşündün mü?” Sabrı taşan Mübariz Efendi ilk başta olduğu kadar emin konuşamadığını, sesine bir yapaylık bulaştığını fark etti. “Şeytana lanet.”
“Dün Gulamhüseyin öğretmen geldi mağaraya. “Önce bir kendim göreyim, sonra da öğrencileri getireceğim” dedi. Eliyle nakışları incelemeğe başladı, neredeyse kazıyıp yerinden koparacaktı bir tanesini. “Öğretmen” dedim “sen ne yapıyorsun? Etme eyleme.” Ama kime diyorsun; dönüp beni azarladı bile.
Bir gün önce
Mağaranın içinde Gulamhüseyin öğretmen ile Behram Emmi
Gulamhüseyin öğretmenin mağaradaki nakışları (işaretleri) eliyle teker teker az kalsın yerinden koparırcasına incelemesi, Behram Emminin pek hoşuna gitmedi.
“Öğretmen ne yapıyorsun? Kazıyıp koparırsın, etme, eyleme.”
“Ne yaptım ki?” Gulamhüseyin öğretmen arkasına dönüp sinirle Behram Emmiye baktı. “Bir şey olmaz, merak etme çok sağlamlar.” (“Yani bunun altında gümüş de mi yok? Keşke bu (Behram Emmi) olmadan buraya girmek mümkün olsaydı.”
“Yarın öbür gün şehirden büyük büyük âlimler gelecek, gelip bakacaklar, olmaz ki…”
“Ben bir şey yapmadım. Ne yaptım ki ben? “Hele bir çocukları getireyim, buraları darmadağın etsinler de görün.”
Gulamhüseyin öğretmen özlem dolu ve aç gözleriyle etrafı bir daha dikkatlice inceledi. “Yok, neyse bir şey var bu işin içinde. Öyle tesadüf falan değil. Bu yazılar burada boşuna peydahlanmamış. Behram bir şeylerin farkında, o yüzden sürekli buralarda dolaşıyor. Nakışların altında kesinlikle bir şeyler var.”
Gulamhüseyin öğretmen Behrem emmiye anlamlı anlamlı baktı, mağaradan dışarı çıktı.
Yine muhtarlık.
Behram Emmi ile Mübariz Efendi
“Ne olmuş?” Gulamhüseyin öğretmenin başına buyruk davranışlarını çok iyi bilen Mübariz Efendi önce bir şey anlamadı.
“Şu olmuş. Nakışlara dokunan kimselerin kesinlikle öleceğini söylemişti bana.”
“Kim söylemişti?”
“Mağara ruhu.”
“Ya Behram sen ne diyorsun?” Mübariz efendi artık dayanamadı, adam akıllı sinirlendi, yerinden kalktı, pencerenin karşısına geçti. Dışarıya bakarak sinirlerini yatıştırmaya çalıştı. Okulda dersler bitmişti. Öğrenciler ellerinde okul çantaları ikişer üçer muhtarlığın önünden geçip evlerine gidiyorlardı. Yüksek sesle, birbirlerinin sözünü keserek konuşuyorlardı. Bu saatlerde muhtarlığın önündeki meydan hep kalabalık olur. Aklı bir anlığına mağara gidip gelen Mübariz Efendi yüzünü Behram’a dönmeden esip gürledi:
“Sen ne diyorsun? Kim ölecek, nasıl ölecek, neden ölecek? Bütün bu ilçede hatta belki Azerbaycan’ın tamamında Gulamhüseyin gibi azman adam yok. Manda gibidir, boğa gibidir o, bilmiyorsun, ömür hayatında bir kere bile hastalanmamış. Komşumdur, ben iyi bilirim onu. Sen bilmiyor musun?”
“Biliyorum, ben de biliyorum” dedi Behram Emmi hüzünle.
İki gün sonra
Bunun üzerinden çok geçmemişti, köye haber yayıldı; Gulamhüseyin öğretmen akşam uyumuş sabah yerinden kalkmamıştı. İnanılacak gibi değil, ama uykudayken can vermişti. Ağlaşmalar, ağıt yakmalar… Ani ölüm zor iş, nedenini ailesi hısım akrabası bildi mi, bilmedi. Mübariz efendi Behram Emminin anlattıklarını hatırladı, onlar ile bu olay arasında kolayca bağ kurdu ve bu defa gerçekten ürktü. “Doğru söylüyormuş, ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” Havalanmış gibi dolaştı Mübariz Efendi birkaç gün. Gulamhüseyin öğretmenin yas yerinde Behram Emmiden de uzak durmaya çalıştı her nedense. Ama hüzünlü bir akşamüzeri neyse anlamadığı bir şey onu sürükleyip Behram Emminin kapısına getirdi. Çoban Kalpağı her zamanki gibi sırtını Venk dağına vermiş duruyordu. Venk dağı kendisi ortalıkta yoktu, yerinde devasa bir gölge vardı. Mübariz Efendi dağa doğru bakamadı. Ufaklığın altında mindere yaslanıp bir süre ikisi de sessiz oturdu. Birbirlerinden kaçırdılar bakışlarını.
“Gördün mü?” Sessizliği ilk Behram Emmi bozdu.
“Gördüm.” Yanıt geldi Mübariz Efendiden.
F. Q.’nin köye gelişinin ilk gecesi.
Behram Emminin heyecanı
Behram Emmi arka odaya geçti, yatağına girdi. Evet, yağmur yağıyordu ama evin çatısından damlaların sesi duyulmuyordu. Behram Emmi hemen durumun farkına vardı. “Acaba bu çocuk nasıl, bir şey anladı mı? Bu yağış zaten bir işarettir, keşke bu defe sonuç alınsaydı… F. Q.’nin şansı yaver gidip okuyabilseydi yazıyı.” Behram Emmi F. Q.’yi beğendi. “Temiz, saf bir insana benziyor. Böyleleri işini yarıda bırakmaz. Okumadan gitmeyecek buralardan.” Bakü’den gelenlerin (uzmanların) onun evinde kalmaları Behram Emminin gururunu okşuyor, saygınlığını bir beş arttırıyordu. Behram Emmi mağarayı (oradaki yazıyı) bulmasından, açığa çıkarmasından öte şehirden gelen konukların onun evinde kalmalarına seviniyordu. Mübariz Efendi arada bir onun bu sevincine soğan sıksa da (bazen saygın konuklardan birisini alıp, televizyon izlemek bahanesiyle evine götürüyor ama bundan fazlasına da gücü yetmiyordu), Behram Emmi bunu umursamıyor (“kıskanıyor, kıskanıyor, kıskançlık bunun kanında canında var”) , Bakü’den gelen konuklara (Enstitü çalışanlarına, onlara eşlik eden ilçe yetkililerine ve de Mübariz’in bizzat kendisine) hizmet vermekten özel bir keyif alıyordu.
F. Q. kapıyı açtı, yavaşça içeri girdi. Dikkatli davranmaya çalışsa da ayağı bir şeylere takıldı (ışığı açmak istememişti), iskemleymiş, onu bir kenara kaldırdı, kendi odasına girdi. Önce bavulunu açmak, eşyalarını