Kemal Abdulla

Unutmağa Kimse Yok


Скачать книгу

rağmen mağaraya girmezlerdi. Sanki yüzü taş kesilen Behram Emminin dilsiz itirazını hissediyorlardı. Ya da başka bir şeyden mi çekiniyorlardı? Bu arada köyde bir cenaze de kaldırıldı. Gulamhüseyin öğretmen ölmüştü.

      “Artık beklemek doğru olmaz.” Behram Emmi sabah erkenden Bozlar’ı alıp mağaranın bir köşesine zincirledi. Bozlar henüz ufacık enikliğinden beri Behram kişideydi, onun bahçesinde büyümüştü. Bozları ona Venk dağının öteki tarafındaki köyden dostu Medet kirve getirip hediye etmişti. Behram Emmi Bozları seve seve “maralım” diye hitap ederek beslemişti, hizmet etmişti; birbirlerine çok ısınmışlardı, şimdi onu alıp mağaraya zincirledikten sonra (“Böyle gerek, maralım, böyle gerek”) geri dönmeğe ayaklarını ikna edemiyordu. Gözlerinin köpeğin par par parlayan gözlerine sataşmamasına çalıştı. Ne görebilirdi ki? Bozların ona dikilen gözlerinde sadakatten ve aydınlıktan başka hiçbir şey göremezdi.

      Köye geldiği ilk gece

      Behram Emminin evi

      Mübariz Efendi Ufaklığın altında bir süre oturduktan sonra (sürekli oradan buradan konuştu; Enstitüden gelenler öyle, yazıyı okumak isteyenler böyle… Sonunda herksin yorgun olduğunu, misafirin gözlerinin neredeyse yumulduğunu ve onu “kibarlık olsun diye dinlediklerini anladı) açıkça görülen bir çaresizlikle ve içinden bunu hiç istemeyerek ayağa kalktı, bir büyük edasıyla yüzünü F. Q.’ye tuttu:

      “De hadi, ben gideyim” dedi, “sen de dinlen artık, o kadar yol geldin. Yarın gelirsin muhtarlığa, konuşuruz, bakalım ne yapabiliriz, neyi yapamayız?”

      “Bakalım ne yapabiliriz?” Ne yapacağız ki? Bu adam galiba yakamdan düşmeyecek. Bakarsın yazıyı da benimle birlikte okumak ister.”

      Evden çıktılar. Avlu kapısına doğru giderken: “Arabayı merak etme. Aklına bir şey getirme. Buralar tekindir. Arabana yan gözle bakan birisini arasan da bulamazsın” dedi Mübariz Efendi.

      Evden çıktılar. Avlu kapısına kadar sustu Mübariz Efendi. Kapıdan çıktığında ise kaygılı bir ses tonuyla sordu Behram Emmiye:

      “Bir ihtiyacın var mı? Yarın göndereyim mi Tükez’i?”

      “Herhalde benim burada kalmamla ilgili ‘bir şeyler lazım mı, para veya erzak olarak yardımım dokunabilir mi’ demek istedi” aklından geçti F. Q.’nin.“Peki bu Tükez kim?”

      “Hayır, bir şey gerekmiyor, hiçbir eksiğim yok, sen merak etme” Behram Emmi de aynen onun gibi ciddi ama azacık gülümseyerek yanıtladı soruyu. “Ay gidi seni Mübariz, gidi seni.” Bir türlü gidemeyen Mübariz Efendi daha sonra F. Q.’ye dönerek:

      “Bak oğlum, Behram ne derse öyle yap. Mağaraya yalnız girme!” Gözleri velfecri okuyan Mübariz Efendi tam kapıdan çıkarken dönüp de bu ciddi sözleri ona söylediğinde, F. Q.’nin yarın muhtarlığa “danışmak için” gelmeyeceğini artık biliyordu (içine doğmuştu).

      Yüzünde sabırlı ve halim bir tebessümle “tamam, tamam, merak etme” diyerek Behram Emmi Mübariz’in arkasından kapıyı kapattı ve F. Q. ile beraber Ufaklığın altına geri döndü. Mübariz Efendi gittikten sonra sanki avlu genişlemişti.

      Bir bardak daha bu çaydan içer misin? Bir şey de yemedin” Behram kişi teklif etti.

      “İçerim, size zahmet olmasın. Yorulmuşum ama uykum yok. Yedim işte bir şeyler.”

      F. Q. azacık peynir ekmek yemişti.

      “Evet, buralar öyledir. Buralar insanı erken uyutmaz. Hafiften dalar gidersin.”

      F. Q. gelip kanepeye oturdu, yerini rahatladı, sırtını arkaya yasladı. Muazzam bir yorgunluktan sonra lezzetli bir rahatlık gelip canına sinmeğe başladı. Bütün vücudu mest oldu. Başının neredeyse tam üzerindeymiş gibi duran yıldızlara, az ötedeki yüzü lekeli aya (dolunaya) içten gelen bir hayranlıkla baktıkça baktı, kendini yeniden bu Muhteşem Uyumun içine bırakmaya, daha doğrusu kendini bu Uyumun içinde hissetmeğe çalıştı. Aşağı yukarı şöyle geçirdi içinden: “Oralardan bakıldığında ben görünür müyüm görünmüyor muyum?”

      “Mübariz hep böyledir, bildiğini okur” dedi Behram Emmi alçak sesle, eski dostunu haklı çıkarmaya çalışıyordu sanki: “Ama iyi insandır.”

      Bunu söyleyip sustu. F. Q.’nin yumulmakta olan gözlerine baktı: “Kendinde değil. Dinleniyor.” Behram Emmi F. Q.’ye mani olmak istemedi: “Bak nasıl da yorulmuş.” F. Q. ise kendi sesini az kalsın kendisi de tanımayacaktı:

      “Evet, iyi insana (Mübariz Efendi) benziyor.”

      “Başından çok şey geçmiş.”

      “Öyle mi? Pek benzemiyor acı çekmiş birisine.” F. Q. artık konuşmadı

      Kafası ile onun dediklerini onaylayan F. Q.’nin böylesine anlamlı anlamlı susması Behram Emminin gözlerinden kaçmadı:

      “Zamanı gelir, bir ara anlatırım sana bunun hikâyesini. Mibariz farklı bir Mübariz’dir (başka âlemdir).

      “Nasıl Mübariz’dir?” F. Q. bu Mübariz muhabbetini fazla uzatmak istemedi:

      “Elbette, bir şey demedim ki.”

      F. Q.’nin hayali yine uzaklara gitti, vücudu ise yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Canından damla damla, acı acı bir şeylerin çıktığını hissediyordu… Ve çıktıkça vücudu dinleniyordu.

      Behram Emminin getirdiği çayı yudumlamaya başladı. Çayı içince biraz daha canlanıyor gibi oldu. Yorgunluğu sanki bir az daha köreldi. “Neden sormayayım ki?” diye geçirdi aklından ve sordu:

      “Behram Emmi, acaba diyorum bu Venk sözünün, yani dağın adının bir anlamı var mı? Bununla ilgili bir fikir, bir kanaat yok mu? Bir rivayet, masal gibi bir şey.” Bir rivayet, masal duymadım. Ama halk arasında bir inanç var; geceleri dağdan ses geliyormuş. Rahmetli babam derdi ki, geceleri Venk dağının inlemesini duyan birisi olursa buna dayanamaz. Bir sözdü söylüyordu.”

      “Allah rahmet eylesin.”

      “Allah senin de ölenlerine rahmet eylesin.”

      “Genç ve yetenekli” F. Q.’nin profesyonel hilesi tutmadı mı tuttu. ‘İnilti’… Bu sözcük bir anahtar olabilir. ‘İnilti’ veya ‘enilti’ pek fark etmez. ‘V’ sesi ise… Nerede isterse orada sözcük başına eklenmek gibi bir huyu var. ‘V’yi çıkarıp at, sonra ‘enilti’den ‘inilti’ye geç, başa da bir ‘V’ ekle… İşte sana ‘Venk’ adının etimolojisi. Aklından geçen bu “başıbozuk” fikirlerden keyfi yerine geldi, gülümsedi, rahatladı.

      “İnilti… Çok ilginç. Venk sözcüğü iniltiden mi çıkmış? Belki… Neden olmasın? Olabilir.”

      “Öyle mi?” Bu sözlere gerçekten şaşıran Behram Emmi rahmetli babasının (babası çobandı, okuma yazması yoktu ama bilge birisiydi: “Ben hayat âlimiyim, kitap âlimi değilim”) söylediği sözlerin gün gelip bu şekilde bilimsel bir gerçeğe dönüşeceğini aklından bile geçirmezdi.

      Bu kadar hızlı ve etkili bir etimolojik yorumun sahibi F. Q. ise gizli bir keyifle gözaltından Behram Emmiyi kesmekteydi. Behram Emmi tabii ki bu hızlı “akıl oyununa” gereken değeri vermedi. Ama… “Ne yapacaktı yani, kalkıp alkışlayacak değildi ki?”

      “Yıldızları izlemek galiba hoşuna gidiyor…” Elini havaya tutup (yağmur var mı yok mu ona bakıyordu) bir hayli mülayimce söyledi Behram Emmi.

      “Evet… Şehirde bunlar bu kadar yakında olmaz. Neden acaba? Yanıp sönerler… Yanıp sönerler. Göz kırparlar. Neden böyle?”

      “Tar bir kere “tıng”