M. Turhan Tan

Akından Akına Bir Kazıklı Voyvoda -III. Vlad Tepeş Drakula- Romanı


Скачать книгу

senin öcünden başka bir şey düşünmeyeceğim.”

      Küçük Mustafa çıldırmış gibiydi, gözlerinde yaş bir perde vardı, yeri göğü görmüyordu, ne yaptığını bilmiyordu. Eline tutuşturulan sivri uçlu şişi, bir kuzuya sokar gibi kardeşinin apışı arasından daldırıvermişti, gene o kör ve sağır durum içinde istenilen şeyleri yapıp duruyordu.

      Yaksiç, o zalim rejisör, facianın aksaksız yürümesi için gerekli olan emirleri vermekten geri kalmıyordu. Kara Murat’ın şişlenmesi üzerine dört korucuya işaret etmiş, yiğit akıncıyı alevsiz, fakat kuvvetli bir ateş kümesine götürterek iki demir çatal arasına koydurmuştu. Başı çatallardan birinin içindeydi, ayaklarının sokulduğu çatalın dibinde de küçük Mustafa oturmuştu, o kalın şişi yavaş yavaş çeviriyordu.

      Kara Murat, iri ve ağır bir vücuttu. Onu şiş üstünde çevirmek pek güç bir işti. Mustafa da şuursuz hareketine rağmen, bu güçlüğün ağırlığıyla ter döküp duruyordu, bununla beraber kardeşini ateş üstünde evirip çevirmekten geri kalmıyordu.

      Yanandan ziyade yakanı eriten, bitiren, harap eden bu çevirme ve çevrilme sahnesi bütün seyircilerin tüylerini diken diken etmişti, bütün saçlar ürpermiş, bütün yürekler durmuş gibiydi. Yalnız Vlad, sarhoşluk veren bir haz içindeydi, vahşi bir heyecanla kıvrım kıvrım kıvranıyordu. Çakırcı Hamza Paşa, bulundurulduğu yerde gözyaşı döküyordu, Yunus Bey hafakanlar geçiriyordu, bayılıp ayılıyordu.

      Ara sıra küçük Mustafa’nın eli yorulmuş gibi duruyordu, o vakit Yaksiç’in sesi çınlıyordu.

      “Durma, çevir, koyun yanmasın!..”

      Ateşin elbiseleri yakması için pek az bir zaman yetmişti. Don ve gömleğin yarattığı alevler geçtikten sonra yiğit akıncının eti kızarmaya, yağı erimeye başlamıştı. Şişin girdiği yerden sızan kan, yanık etle eriyen yağdan peyda olan sızıntı ile karışıyordu, ateş üstünde fasılasız bir cızırtı vücuda getiriyordu. Bu ses, yapılan vahşi cinayete karşı o ateşin ağladığı hissini veriyordu, duyanları titretiyordu.

      Kara Murat, ne şişlenirken ne çevrilirken küçük bir inilti çıkarmamıştı. Ateş etini geçip de kemiklerini yakınca, ciğerlerini kavurunca demir çatal arasındaki başını belli belirsiz kaldırdı, ölgün bir sesle mırıldandı:

      “Öcümü unutma Mustafa, artık ölüyorum!”

      Gerçekten ölmüştü de. Gözleri kapalı idi, dudakları kilitlenmişti, fakat ateşten uzak kalan yüzünde yaptığı vasiyetin unutulmayacağına inan taşıyan bir ölünün sevinci görünüyordu. Yiğit akıncı, gülerek ölmüş demekti.15

      Küçük Mustafa, kardeşinin mukaddes bir emir haykıran son mırıldanışı üzerine delilik buhranından sıyrıldı, o iki demir çatal arasında uzanıp yatan yanık ve dökük naaşa baktı ve birden elindeki şişi bıraktı, haykırdı:

      “İşte kardeşim öldü! Onun ölüsünü bana çevirtemezsiniz! İsterseniz beni de ona benzetin, razıyım! Fakat elimi artık kımıldatamam!”

      Yaksiç de densizlik etmedi:

      “Eh…” dedi. “Yeter. Kardeşini şişe geçirdin, şişi ateş üstünde çevirdin. Şu çevirme ölünceye kadar, senin gözünün önünden gitmez. Benim de istediğim budur: Kardeşi kardeşe öldürtmek ve öleni son nefesine kadar inim inim inletmek!.. Dediğim oldu, yapılacak başka bir şey kalmadı.”

      Küçük Mustafa’nın ayaklarındaki ipleri çözdükten sonra voyvodanın yanına gitti, sordu:

      “Bir emriniz var mı asaletmeap?”

      “Büyük büyük teşekkürler Yaksiç. Gerçekten sevinç duydum, kıvanç duydum. Bir adamın hem etini hem ruhunu yakmak ince bir hüner. Fakat herifin hiç inlememesine ne dersin?”

      “Akıncılar gürlemeyi bilirler, inlemeyi bilmezler asaletmeap!..”

      “Herif gürlemedi de!..”

      “O at üstünde olur, asaletmeap. Ateşe konan akıncı ancak susar!”

      “Dayanıklı şeyler!”

      “Öyle olmasaydılar, Türklerin arasında da parmakla gösterilmezlerdi. En yiğit Türk olmak kolay mıdır asaletmeap…”

      “Onları pek yükseltiyorsun Yaksiç!”

      “Öyle yapıyorsam, şu yaptığımız işin değerini çoğaltıyorum demektir.”

      “Bu da doğru yavrum. Şimdi yapılacak ne kaldı?”

      “Çakırcı Paşa ile Yunus Bey’in öldürülmeleri!”

      “Haydi gel, şu işi benim sistemime uygun biçimde bitirelim…”

      “Ne yapılmasını istiyorsunuz asaletmeap?..”

      “Heriflerin kazıklanmasını! Yalnız, Çakırcı Hamza bir paşadır, şerefine saygı göstermek gerektir. Onu iki adam boyu bir kazığa vurdur. Öbürlerinin arasında yüksek görünsün!”

      “Güzel bir düşünce asaletmeap. Hemen yaptırayım.”16

      Biraz sonra Çakırcı Hamza ile Yunus Bey de kendileri için hazırlanan kazıkların yanına sürüklenmişlerdi. Hamza, bütün orada ölen Türkler gibi dimdikti. En küçük bir sendeleyiş göstermiyordu. Kazığın başına gelinceye kadar tek bir söz de söylemedi, kendi yurdunda ve işi başında bulunuyormuş gibi ağır davrandı. Yalnız sağına soluna selam vermiyordu, bunu da yapsa bir salhanede, cellatlar arasında, ölümün eşiğinde değil de Vidin’de dolaştığına herkesi inandırmış olurdu.

      Çakırcı, üç beş kişi tarafından yakalanıp da kazığa oturtulacağı sırada şöyle bir silkindi, herifleri bir tarafa itti, kendinden beş on metre uzakta duran voyvodaya doğru elini uzattı:

      “Bre kahpe oğlu!” dedi. “İyi yapıyorsun! Domuz yavrusunu besleyenlerin cezası işte böyle dişlenmek, ısırılmaktır. Otuz yıl önce sen benim elimdeydin, bir enüktün. Seni hoş tutup incitmedim, yedirip içirttim. Şimdi o alıklığımın karşılığını görüyorum. Kazığa değil, cehennem çatalına beni vursan haklısın. Lakin unutma ki Türkler öç almayı bilirler!”17

      Vlad bağırdı:

      “Söyletmeyin, kazıklayın!”

      Korucular, kürklü kaftanıyla, iri kavuğu ile Çakırcı’yı o uzun kazığa oturttular, arkasından Yunus Bey’i de kazıkladılar. Fakat bu işlerin olabilmesini sarsak düşüncesiyle mümkün kılmış olan Rum’dan dönme kâtibin ancak ölüsü kazığa vurulmuştu. Çünkü o, Çakırcı’nın öldürüldüğünü seyrederken korkudan can vermişti, korucuların kucağına yığılıp kalmıştı.

      Bu iş de bittikten sonra voyvoda emir verdi, halk dağıldı ve ölüler yerlerinde bırakılarak Bükreş’e dönüldü. Demitriyos Yaksiç’in, afyon karışık şarap sunarak, saz çaldırıp köçek oynatarak sızdırmak suretiyle yakaladığı paşa alayından sağ kalan yalnız küçük Mustafa idi, oda Yaksiç’in yanı başında, fakat yaya olarak şehre götürülüyordu.

      KÜÇÜK AKINCI

      Topkapı Sarayı henüz yapılıyordu. Fatih Sultan Mehmet şimdiki üniversitenin bulunduğu yerde yapılmış olan eski sarayda oturuyordu. Sadrazam Mahmut Paşa saraya geldi. Eflak işleri hakkında önemli haberler getirdiğini söyleyerek hünkârın yanına girdi.

      “Ulu Tanrı…” dedi. “Ömrünü uzun etsin. Çakırcı Hamza öldü!”

      “Öldü