Çulpan Zaripova Çetin

Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri


Скачать книгу

toplayıp kocasına bu konuyu açar. Fakat baba dedikleri, kızının gözyaşlarına hiç aldırmaz:

      “Ne imiş, ağlıyor! Ağlamadan hangi kız kocaya varmış? Eskiden kalan âdettir. Sen kendin de evlenirken ağlamadın mı? Biz kimden eksik hayat yaşadık?” 122

      Daha fazlası, ihtiyar Nuri kızını tanımadığı biri ile evlendirmede hiçbir sakınca görmediği gibi, birçok mutlu evliliğin böyle gözyaşıyla başlamasını vurgular ve eşine, aynen böyle ağlayarak evlenmesini ve kendilerinin yaşadığı hayatı, mutlu bir hayat örneği olarak gösterir:

      “Allah’a şükürler olsun, nice mal biriktirdik, nice çocuk büyüttük! Nasip olursa şimdi de en küçüğümüzü evlendireceğiz… Böyle mutluluk herkese nasip olmaz.” 123

      Kadim insanlar, baba evinden ağlayarak ayrılan kızın gelecek hayatının güzel geçeceğine inanmışlardır. Bu yüzden gelin olacak kızlar ağlayarak onları kayınbaba evinde bekleyen kötü ruhların şefkatini arardı. Birçok Türk boyunda olduğu gibi Tatar Türklerinde de yöresine göre Kız Ağlatma anlamına gelen Kız Yılatu, Sıktav, Taŋ Kuçat, Ecel İtép Cırlav vb. gibi adlarla bilinen türküler de korunmuştur. Severek evlendiği durumda bile kız, baba evinden ayrıldığı zaman ağlamak zorunda olurdu. Bu, mutlak bir şarttı ve atalardan kalan âdet sayılırdı. Tatarlarda bu durumla ilgili “Yılap barsaŋ, goméréŋ kölép uzar, kölép barsaŋ, goméréŋ yılap uzar” (“Ağlayarak evlenirsen, ömrün gülerek geçer. Gülerek evlenirsen, ömrün ağlayarak geçer.”) gibi bir atasözü, nasihat da vardır.124

      Tuy Aldı Ezérlék (Düğüne Hazırlık).

      Düğüne gelen misafirlerin ağırlanacağı ev, Tatar Türklerinde eskiden de günümüzde de özenle hazırlanır. A. İbrahimov’un eserinde de kızın annesi, misafirler gelmeden önce erkeklerin oturacağı misafir odasını süsler; gereksiz bulunan eşyaları –sekileri, vitrini- çıkartır. Evin yarısını alan tuğladan yapılan ocağa badana yaptırır, yerleri sildirir, kapıdan başköşeye doğru beyaz keçe döşetir, onun üzerine el işi yolluklar serdirir, duvar boyuna minderler koyar. Duvarlara kırmızı ve beyaz renkli el işi havlular ve çarşıdan yeni alınan iki şemail asılır:

      “Eskiden de Mekke ile Medine resmi vardı. Eve güzellik katıyor diye çarşıdan yine iki tane büyük şemail aldırttı. Şemailin birinde Aya Sofya Camisi, ikincisinde de İstanbul köprüsü resimleri vardı. Duvara asınca, onlar eve bambaşka bir renk kattı.” 125

      Hikâyede bu detayın, özel anlamı vardır. Tatar Türkleri, İstanbul şehrini İslam dininin merkezi olarak algılarlar ve İstanbul’a gidip gelmeyi hacca eşdeğer bulurlardı. XX. yüzyıl başında Kazan’dan İstanbul’a gidip eğitim gören veya ticaret yapan Tatarlar da az olmadı. Ayrıca, evi şemaille süsleme, başka Türk boylarında pek rastlanmayan, Tatar Türklerine özgü ve günümüzde de değerini kaybetmeyen bir âdettir. Bu konuda ünlü Tatar aydını, yazar ve bilim adamı Kayyum Nasıyri şöyle yazar: “Duvarı süsleyip şemail, güzel çerçeve içinde diğer dualar, “Ayatül-Kürsi” gibi ve Mekke, Medine suratı ya da gül resmini kağıda yapıp çok güzel süsleyip duvara asarlar.”126

      Evi süsleme safhasında Gülbanu’nun babasının durumunun iyi olduğuna işaret eden bir detay daha var: Annesi misafir odasını süslerken başköşedeki duvara Gülbanu’ya çeyiz olarak alınan büyük ayna ile büyük duvar saati asar. Bu tür eşyalara XX. yüzyıl başında tabii ki her köylü sahip olamazdı.

      Kadınların kalacağı oda da Fethiye Nine tarafından “pelin dilli” dünürü Sabira’ya yaranmak için aynen erkek tarafı kadar güzel süslenir. Burada misafirleri sofrada ağırlama sırasında eskiden Tatar Türklerinde şeriata uygun olarak evi erkeklerin oturduğu ve kadınların bulunduğu kısımlara bölme olayı da görünür.127

      Düğün esnası.

      Tuy Atları, Aş Çanası (Düğün Arabaları, Yiyecek Kızağı). Düğün başlamadan önce kız evine akraba ve komşular gelir, avluya çoluk çocuk toplanıp eğlenmeye başlar. Düğün kızaklarının gelme müjdesini her zaman çocuklar verir. Günümüzde de Tatar Türklerinde düğünde damat tarafını beklerken, haber vermeleri için kapıya çocukları görevlendirirler. Eserde de olaylar aynen böyle gelişir:

      “Düğün geliyor, düğün! Düğün geliyor, düğün!’ diye bağrışmaya başladılar. Köyün aşağı ucundan çıngırak sesleri duyuldu. Bu ses gittikçe yaklaştı. Arabacı “Ha-a-ay!” diye bağırıp kamçısını patlattı. Nuri, bahçe kapısına yetişemedi, karı etrafa uçurarak önlü arkalı koşuşup ikişer üçer ve tek at koşulan dört-beş kızak avluya hızla giriverdi.” 128

      Güvey tarafı, düğün kış mevsiminde yapıldığından dolayı atlı arabalarla değil, atlı kızaklarla gelirdi. Bu kızaklara koşulan atlar besili, kızaklar da bakımlı olmalıydı. Atların boynuna kara ruhları kovma niyetine çıngıraklar takılırdı.129

      İlk kızakta güveyin babası ve annesi, ikinci kızakta kız kardeşi ile kayını, üçüncü kızakta hediyeler ve dördüncü kızakta yiyecekler gelirdi. Düğün için hediye yiyeceklerin konulduğu ve dünürlerin bindiği at arabasını (kızağını) takiben gelen at arabasına (kızağa) Tatarlarda, yiyecek kızağı anlamına gelen aş çanası, savım çanası, sandık arbası ifadeleri kullanılırdı.130 Aş çanası, eserde de yer alır:

      “Dördüncü kızak, yiyecek kızağı idi. Orada tek başına bir genç oturuyordu. Uşaklardan biri ona yardımda bulundu. Diğer erkekler ve kadınlar, çeşitli hediye yiyeceklerle dolu bohçaları, sandıkları düzenli bir şekilde eve götürdüler.” 131

      Ayrıca, erkek tarafı dünürler, kız tarafında yapılan nikâh düğününe özenle hazırlanıp gelirdi. Örneğin, eserdeki Kantun Şibay gibi:

      “Düğüne gelirken o, atlarının, kızaklarının, giysilerinin ve hediyelerin millete rezil olmayacak kadar güzel olması için çabaladı. Çok değerli olduğu en iyi kazakisini 132 giydi, çizmesini düzeltti. Saatinin zinciri kopmuştu, gümüşçü güveyine onu tamir ettirdi. Şehirden yeni Kazan kelepüşü satın aldırdı. Nikâh hutbesinden sonra dağıtacağı sadakayı da bu düğün için bayağı bir borç almış olmasına rağmen çok iyi hazırladı.” 133

      Öndevçé (Misafirleri Düğüne Çağıran Adam).

      Damat, düğün günü kız evine sağdıçları ile en sonunda, ayrı kızak ile gelirdi. Burada, Tatarlarda misafirleri düğüne çağırmak için özel görevlendirilen ve öndevçé olarak adlandırılan şahıstan da söz edilir.134 Tatarlarda damat, nikâh kıyıldığı zaman kız evine gelmez, bu öndevçé evinde kalırdı:

      “Âdete uygun bir şekilde damat, misafirleri düğüne çağıran öndevçé Çokır Habib’in evine geldi. İyi bir at koşup sağdıçla ikisi aynı kızakta geldiler. Nikâh kıyılana kadar şu düğüne çağıran şahsın evinde kalacak, ondan sonra kız yanına gelecekti.” 135

      Çey