Çulpan Zaripova Çetin

Alimcan İbrahimov'un Eserlerinde Tatar, Başkurt, ve Kazak Türklerinin Kültürel Değerleri


Скачать книгу

gibi hamur işi millî yiyecekler ve tereyağı, bal, reçel koyarlar.

      Hikâyede de çay sofrasına çayla birlikte koymak, peremeç ve may (tereyağı) ikram edilir.

      Nikâh.

      Ünlü Tatar aydını, yazarı ve bilim adamı Kayyum Nasıyri’nin de belirttiği gibi, Tatarlarda nikâh ve büyük nikâh meclisi kızın babasının evinde olur.141 Tatarlarda düğün her zaman şeriat kanunlarına uygun olarak özel duaların okunması, yani imam nikâhı ile başlar. Tatarlar bu olaya nikâh meclésé derler.142 Nikâh meclésé, kız evinde yapılır. Nikâha köyün en saygıdeğer din adamları – imam ve müezzin – çağırılır:

      “Önce sarığı, asası, fakir kürkü, hamam böceğinin yıprattığı çizmesi ile müezzin Feyzulla geldi. O, içeriye geçip dünürlerle görüşüp hal ahval sordu ve ona ayrılan yere oturarak dua etmeye yetişemedi, aynı zamanda selam vererek ve selam alarak eve dört köylü girdi. Onların peşinden kendisiyle beraber başka bir meclisten yeni çıkan sayısı ona yakın adamı yanına alıp imam ahun Şerip’in cüsseli sağlam gövdesi, Buhara geleneğine uygun olarak kalın bir şekilde sarılan büyük beyaz sarığı, şal yakalı kürkün içinden parlayan yeni yeşil çapanı pencereden göründü.” 143

      İmamın geldiği duyulur duyulmaz evin sahibi onu karşılamak için avluya çıkar, gençler ise imam daha eve girmeden ayağa kalkarlar. Oturmak için de imama başköşede yer ayırırlar. Burada köylülerin din adamlarına ve din büyüklerine olan sonsuz saygısı da görülmektedir.

      Kıznıŋ Rizalıgın Alu (Kızın Rızasını Alma).

      Nikâhın şartı, taraflar veya veli yahut vekilleri; iki tarafın evlenmek hususunda birbirine uygun irade beyanları ve bunun iki şahit huzurunda ve aynı mecliste yapılmış olmasıdır.

      Nikâh sırasında kız, Tatar Türklerinde başka bir odada ya da evin farklı kısmında bulunur ve onun bu nikâha razı olup olmadığını öğrenmek için yanına iki şahit gönderilir. Eserde Gülbanu, kendi isteğiyle evlenmediğinden dolayı babası, kızının olay çıkarmasından korkarak, şahitleri kızın yanına göndermiş gibi gösterir, fakat şahitler kızın rızasını sormadan geri döner ve onun rızası olduğunu söylerler. Kızın razı olduğunu imama bu şekilde iletmek, eskiden çok yaygın olmuştur. Eserde buna dair şöyle denilmekte:

      “Her düğünde her nikâhta böylesine bilerek, kızın rızasını yanına giderek almadıklarını bile bile iki tane yalancı şahidin ‘Razıdır.’ Demesine göre hareket ettiğini düşündü. Ama bunun üzerinde fazla durmadı.” 144

      Meher Alu (Mehr Alma).

      İslam dininde mehr konuşmak, nikâhın şartı değildir. Konuşulmasa da nikâh sahih olur, kadın da emsallerinin aldığı mehre hak kazanır. Fakat Tatar Türklerinde mehrin konuşulması eskiden çok önemliydi. Mehr, aynı zaman başlık parası olarak da algılanırdı. Böylece Tatarlarda kızın rızasını duyduktan sonra imam, nikâhı nüfus defterine yazmadan ve nikâh hutbesi okumadan önce mehri açığa kavuşturur ve onu nikâh kıydığı zaman özel deftere kaydederdi. Gelin eşinden boşanmak istediği zaman o parayı kızın babası erkek tarafına geri ödemek zorunda olurdu.145 Bu olayın tasvirine eserde bayağı bir yer ayrılmıştır:

      “Sözü mehre çevirdi. Kızın ve damadın veli ve vekillerinin dediklerinden anlaşılan şu idi: Mehr, altı yüz sum. 146 Bunun yarısı şimdi veriliyor. Seksen sumu nakit, kalanı eşya olarak. Altı yüzün üç yüzü borç olarak yazılıyor. Nurmuhammet de Şibay da buna razı. Şerip ahun önce evinin sahibine baktı: ‘Kızın Bibigülbanu’yu üç yüz sum mögaccel, üç yüz sum möeccel 147 hepsi altı yüz sum mehr karşılığında Muhammet Zakir bine Şehabettin’e razı olup verdin mi?’ İhtiyar ‘Razı olup verdim.’ diye cevapladı. İmam, misafir dünüre döndü: ‘Oğlunuz Muhammet Zakir’e üç yüz sum muaccel, üç yüz sum müeccel hepsi altı yüz sum mehr karşılığında Bibigülbanu binte Nurmuhammetin’i razı olup aldın mı?’ Kantun Şibay gür bir sesle bütün sofraya kükredi: ‘Bali, razı olup aldım.’ dedi. ‘Şahitler duydunuz mu?’ Hacımorat ile Velimorat ‘Duyduk, duyduk.’ dediler. Ahun, defterini açıp kaydetti ve defteri iki şahide de imza atmaları için uzattı.” 148

      Daha sonra kızı Gülbanu’nun kayınbaba evinde eziyet çektiğini, kaynanası ve eşi tarafından dövülerek yaşadığını duysa da eşinin bütün yalvarmalarına rağmen ihtiyar Nuri’nin kızını geri kendi evine almamasının sebebi de bu mehrin erkek tarafına geri ödenmesi gerekeceğine ve bunu göze alamamasına bağlıydı:

      “En zor olanı, koca boşamasa, kadın onun evinden gidemez. Eğer kendisi isyan eder ve giderse, onun bütün getirdiği eşyası kocasının elinde kalır. İşte ihtiyar Nuri’yi dizlerini kıran durum da bu idi. İhtiyar işin bu tarafına değindi: ‘Ne diyorsun sen hanım? Kadını boşayıp geri getirmek kolay mı sandın? Kocası boşar mı, yok mu? O boşamasa nasıl götürürsün? Çeyizini mehrini ne yaparsın? O üç yüz sum parayı oyun mu sandın?’” 149

      Aslında verilen başlık parasının bir kısmını kız tarafı kızın kendisine ve erkek tarafına verilecek hediyelere, bir kısmını da çoğu zaman kendi yararına kullanır, evini ahırını düzeltirdi. Gülbanu’nun babası, kızlarını geri getirmek için yalvaran eşine cevap verirken, işte bütün bu detaylara da değinir:

      “Ah karıcığım, dedi. Sana söylemesi kolay tabii. O çeyize az mı güç ve para harcandı? Çarşıya her gittiğimde ‘ip al, pamuk al, boya al, keten al’ diye kulağımın etini yiyen sen değil miydin? Peki, arkasından verilen canlı malı hiç mi hesaba katmıyorsun? Üç yüz sum başlık parasını nasıl o cadı Sabira’ya bırakıp gidelim? Diğer köylüler kız evlendirip evlerini düzeltiyorlar. Biz Gülbanu’nun başlık parasından tek bir kuruşunu, diyorum ya tek bir kuruşunu kendi ihtiyacımıza harcamadık. Hepsi kendisine, kılık kıyafetine, hediyelerine gitti.” 150

      Bazen kız isteme sırasında kız tarafının istediği yüklü mehr, erkek tarafının kızdan vazgeçmesine de neden olabilirdi. Hikâyede kantun Şibay, oğluna eşinin gösterdiği kızı almak isterken işte böyle bir durum ortaya çıkar:

      “Kız evi hepsi sekiz yüz mehr parası istemişti. Dört yüzü düğün anında verilip bitecekti. Bunun iki yüzü söz kesilince para ile olur dediler. Şibay buna razı olmadı. ‘Oğluma zengin kızı alacağım diye, fakirleşecek değilim, böyle bir mehre gücüm yetmez. Hepsi altı yüz, üç yüzü nikâhta verilir, bunun seksen sumu konuşulduğu gibi.’ dedi, başka da bir şey demedi.” 151

      Eserin başka bir yerinde, mehrin kız tarafından alınmadığı gibi durumdan da bahsedilir. Çelem Dede Şeveli, hem görücü hem güvey kendisi olan Şeyhel’e kızını verirken, evine nikâh kıymaya imamı çağırmadan önce kız için ödeyecek başlık parası olmayan güvey ile şöyle anlaşır:

      “İmam sormazsa öylesine kalır. Deftere kaydetmemiz lazım derse şöyle de: ‘Mehr yüz sum dersin. Hepsini verdim dersin. Ben de aldım derim, damga koyarım. Hem imama ne, aldım mı yok mu?” 152

      Nikâh