Evliya Çelebi

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler


Скачать книгу

Ayasofya içine girip nice rahipleri öldürdü. Elindeki Peygamber bayrağını mihrap yerine dikip ezan-ı Muhammedî okundu. İslam gazileri rahiplere kılıç vurup mabedin içi Müşriklerin kanı ile doldu. Hemen Fatih sadağına el atıp “alametim olsun” diye Ayasofya kubbesinin ta ortasına dört kanatlı bir ok fırlattı. Mehmed Han’ın okunun alameti hâlâ gözükmektedir. Bir hünkâr solağı62 sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra Sultan Mehmed’in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir beyaz mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya alamet etti. O kanlı solak pençesi, türbe kapısından içeri girilince karşı köşede, beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir.63

      Eski Saray

      İstanbul’un Karadeniz tarafına, Galata ve Haliç’e bakan yüksek ve havadar bir yerinde Puzantin Kayser’in yaptırdığı eski bir kilise vardı ki dört tarafı sağlam duvarlardı. Bu kilisenin dört yönü öyle çimenlikler ve yollarla süslü idi ki Ulu Tanrı havada uçarı kuşlarla yerde yürüyen hayvanların her türlüsünü o ağaçlıklarda toplamıştı.

      O kilisenin içinde Puzantin ve Kostantin zamanlarında 12.000 keşiş, rahip ve rahibe vardı ki kendi sapık âdetlerince riyazet içinde idiler.

      Kilisenin yapılmasının sebebi şu idi: Hazreti İsa halifelerinden ve Havarilerden Şem’ûn, İstanbul’a gelip o ferah ve güzel yerde ibadetle meşgul oldu. Bütün yabani hayvanlarla alışkanlık peyda ederek onlara su vermek için yeri kazdı. Kazdığı yerden bir hayat suyu64 çıktı. Bütün hayvanlar oradan susuzluklarını giderdiler. Sonra Şem’ün oraya bir ibadethane yaptı. Zamanla Puzantin Kral o pınarlar üzerine adı geçen büyük kiliseyi yaptırdı.

      Sonra Fatih o kiliseyi fethedip yerine 858 yılında (= 1454) Eski Saray’ın yapılmasına başlandı. 862’de (19 Kasım 1457-7 Kasım 1458) tamam oldu. Kulesiz, sursuz, bedeninde girinti, çıkıntı olmayan, hendeksiz bir duvardır. Fakat çok sağlamdır. Bütün duvarı mavi kurşunla kaplıdır. O asırda çepeçevre boyu 12.000 arşındı. Kare şeklinde kâgir bir yapıdır. Bir direği Sultan Bayazıd Kazancıları köşesinden Miski Sabunu Kapısı’na kadar giderdi. Oradan bir direği Tellak Mustafa Paşa Sarayı’nda nihayet bulurdu. Oradan bir direği Küçük Pazar Seddi ve sarnıcı üzerinde karar bulmuştu. Hâlâ Yeniçeri Ağası Sarayı ve Siyavuş Paşa Sarayı yeri o Eski Saray’ın yerinde idi. Oradan da bir direği ta Tahtelkale65 üstündeki sedden geçip yine Kazancı tüccarları köşesine gelince büyük bir saray hasıl olurdu.

      İçinde türlü türlü düzlükler, birçok harem hücreleri, maksüreler,66 havuzlar, şadırvanlar, büyük bir mutfak, hassa kileri, 3000 Baltacı67 ile hademelere birçok evler yaptırdı. Ak Ağalar için bir, Kara Ağalar için de bir ev yaptırıp hepsinin üzerine Darüssade ağasını hâkim etti. Hasekiler68 ile kral kızını da bu Eski Saray’a koydu. Haftada iki kere Yeni Saray’dan Eski Saray’a gelirdi.

      Eski Saray’daki Hayat Suyu

      Fatih Mehmed Han, tabiat sahibi padişah olduğu için “Acaba İstanbul’un hangi suyu daha iyidir?” diye bütün hekimlerini toplayıp sordu. Onlar da Eski Saray’ın içindeki Şem’ün Pınarı’nı hafif, mutedil ve kolay sindirilir bir hayat suyu olarak gösterdiler. Beşer miskal69 pamuğu beşer miskal suya koyup sonra o suları güneşte kuruttular. Bütün pamuklar tartıldığı zaman Şem’ün Pınarı’nın suyu ile ıslatılan pamuk hepsinden hafif geldi. Hekimlerin sözü doğru çıktı. Fatih hazretleri daima o lezzetli sudan içerdi. Şu ana kadar gelen bütün padişahlar da ondan içerler.

      Kilercibaşı ve Dış Sakabaşı taraflarından üçer kişi olmak üzere her gün altı kişi gelir. Üç seyishane yükü, ki yirmişer kıyye70 gelir, gümüş güğümlere o saf sudan doldurup su nazırı71 huzurunda kilercibaşının güvenilir adamlarının mührü ile kırmızı balmumuyla mühürlenir. Padişaha götürülür. Hâlâ o hayat çeşmesi Eski Saray’ın doğuya bakan kapısı önündedir ki Fatih, Eski Saray’dan dışarı bu hayat kaynağını yapmıştır. Hâlâ, Şem’ün Pınarı adı ile tanınan bir kevser suyudur.

      Sonra, Kanunî Sultan Süleyman bu Eski Saray’ı üç mil kuşatır bir duvar yapıp üç kapı yaptırdı:

      Divan Kapısı doğuya, Bayazıd Kapısı güneye, Süleymaniye Kapısı batıya bakar.

      Süleyman Han bu sarayın dışına Belgrad, Malta,72 Rodos fetihlerinde ele geçen ganimet malından Süleymaniye Camisi’ni yaptırdı. Ayrıca medreseler, darülhadis, darülkurra,73 sübyan mektebi (= ilkokul), bir mezat yeri, bir aşhane, bir kervansaray, bir hastane, kendisine bir türbe, bir hamam ve ayrıca kavaflar, düğmeciler74, kuyumcular için çarşılar yaptırdı. Bunlardan başka Makbul İbrahim75 Paşa’ya büyük bir saray, yeniçeri ağalarına mahsus bir saray, Lala Mustafa Paşa ile Karamanlı Piri Mehmed Paşa için birer saray, Gebze’de cami yaptırmış olan Mustafa Paşa ile kızı İsmihan Sultan’a da birer saray, cami hademesi için bin hücre yaptırdı. Eski Saray’ın dört yanını umumi yollarla süsledi. Bu saray, bugüne kadar bir tarafla ilişiği olmayan büyük bir saraydır.

      Yukarıda sayılan vezir sarayları ve imaretler hep Eski Saray alanında yapılmıştır. Fakat Eski Saray’ı yaptıran Fatih Sultan Mehmed’dir. Orada yeniçerilerin 160 bölüğüne, cemaate76 ve sekbanlara77 160 oda yaptırdı. Peykhane, kalenderhane, tersane, tophane, kâğıthane, baruthane ve nice bunun gibi büyük imaretlerle İstanbul’un içini dışını gaza malıyla bezedi ki her birini yerinde anlatacağız.

      Fetih Sırasında İstanbul’a Hâkim Nasbolunanlar

      İstanbul üç yılda o kadar mamur oldu ve öyle insan deryası hâlini aldı ki disiplin altında tutulması güç oldu. Çünkü yedi iklimden sayısız adam toplanmıştı.

      Birinci hâkim Büyükvezir Mahmud Paşa idi. Ona bir oda ve maiyetine yeniçeriler, Muhzir Ağa,78 sipah kethüda yeri;79 cebeci, topçu ve azap80 çavuşları, bir bostancı odabaşısı, yeniçeriden bir tüfekçi ve bir mataracı verdi. Şehirlileri doğru yola getirmek için falaka ile değnek vurur, çarşamba günleri İstanbul içinde kol gezerek Un Kapanı’nda yapılan sanatkârlar divanhanesine gelip inerdi. Oradan Ye miş İskelesi Çardağı’na gelip bütün esnafla toplantı yapar, yemişlere narh koyardı. Oradan sebzehane divanına gelip sebzelere, daha sonra da salhaneye gelerek ete narh koyup sarayına dönerdi.

      İkinci hâkim sekbanbaşı idi. Ona falaka, değnek verildi ama cellat verilmedi.

      Üçüncü hâkim İstanbul mollası idi. Falaka, değnek ve borçluların hapsi fermanı verilmişti.

      Dördüncü hâkim Eyüp mollası idi. Bu da ceza verme ve hapsetmeye yetkiliydi.

      Beşinci hâkim Galata mollası idi. Hükmü altında olan ahaliye hükmü geçerdi.

      Altıncı hâkim Üsküdar mollası idi. Bunun da ceza ve hapis ile hükmü geçerdi.

      Yedinci