Evliya Çelebi

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler


Скачать книгу

patrona52 ve mükemmel silahlarla silahlanmış 10 kalyon53 haçlı bayraklarını açıp Saray Burnu önüne demir atmışlardı. Davullar ve erganunlar çalıp top ve tüfekle yaylım ateş ederek bir eğlenirlerdi ki dillerle tarif olunmaz. Benden 200 tane fırkata54 ve kayıklar içinde Ok Meydanı’ndan gelen Müslümanlar bu gemilere saldırıp bal arıları kovana üşer gibi üşüştüler. Önden, arkadan örümcek gibi urganlar atarak kâfir gemilerine doldular. Önce bunları kendilerinden sanan kâfirler Allah Allah seslerini işitip bunların Türk askeri olduğunu anlayınca silaha sarılmaya güçleri yetmediği için hep tutsak edildiler.

      Kalede olan kâfirler bu hâli görüp kederden saçlarını, sakallarını yoldular. Saray Burnu’nda, Kurşunlu Mahzen’de ve Kız Kulesi’ndeki topları semender55 gibi ateş ettilerse de limanın iç yüzüne inmiş gemilere karadan ateşin faydası ne?

      Hâlbuki kâfirler Boğazlardan gelen gemiler için çevreyi toplarla donatmışlardı. Kâfirlerin gözü önünde 10 kalyon ve 10 kadırganın56 direklerindeki haçlı bayraklar baş aşağı olup İslam gemileri kâfir teknelerini Allah Allah haykırışları ile yedeğe alarak ve tüfekler atarak Galata ve İstanbul Haliç’i üzerine yürüttüler. Tersane Bahçesi önünde demir atıp birkaç kere top ve tüfek eğlencesi yaptılar. Kâfirlerin ödü patladı. İslam gazileri sevinip taze hayat buldular.

      Serdengeçtiler gemilerden çıkıp Tersane Bahçesi’nde Fatih ve Ak Şemseddin’e müjdeyi götürdüler. Ak Şemseddin hemen dedi ki: “Sultanım, beyim! Siz Manisa’da şehzade iken Mısır bölgesinde Akka, Sayda ve Beyrut Kalelerini kâfirlerin aldığını duyup bu kadar Tanrı kulu, bu kadar çocuk ve kadın tutsak oldu diye ağladığınız zaman elem çekme beyim, İstanbul’u fethedeceğiniz günde yağma edilmiş Akka’dan gelmiş akide ve pişmiş helva yersiniz diye sizi avundurmuş ve İstanbul’un fethini müjdelemiştik. O gün gelince İslam gazilerine adalet eyle ve her şeye kanaat edip razı ol demiştim. İşte o pişmiş helvanın neticesi geldi. Tanrı dilerse ellinci günde kale dahi fethedilecektir.” dedi.

      Bütün İslam gazileri gemilerde olan ganimet mallarını ve esirleri defterlere kaydedip Allah emaneti olarak Fatih’e verdiler ve yine savaşa devam ettiler. Mallar ve tutsaklar şöyle idi: 3000 kese Takyanos filörisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi gemide 8000 esir, 20 kaptan, 1 kral oğlu, Fransa kralının 1 genç kızı, 1000 Müslüman kızı ki kimi Şerife,57 kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar, nice yüz bin silah ve savaş levazımı.

      Fatih bu ganimet mallarını, Fransa kralının kızını ve öteki Müslüman kızlarını Ak Şemseddin’e teslim edip kendisi kalenin fethi işiyle uğraştı.

      Meğer evvelce İstanbul Kostantin’i, Fransa kralının kızı ile nişanlı imiş. Fransa kralı da kızının şerefine büyük bir donanma hazırlayıp 600 gemiyle Arabistan yakalarını vurarak o uğursuz yılda Akka, Sayda, Beyrut, Şamtarablusu, Gazze, Remle şehirlerini zaptetmiş. Arabistan ve Havran’ın iki binden ziyade güzel kızlarını tutsak etmiş.

      Sonra, bu kadar ganimet malı ile ve bu kadar Müslüman cariyelerle güya kral, andına vefa edip kızını İstanbul tekfuruna, zengin mallarla donattığı 10 kalyon ve 10 kadırga ile gönderdi. Akdeniz Boğazı’na gelip gördüler ki Türkler tarafından kaleler yapılmış. Bunun üzerine melunlar hileye başvurdular. Lodosun çok sert estiği bir günde 5 tane boş gemiyi ileriye doğru yelkenleyip Boğaz’ın iki tarafındaki kalelerin toplarına hedef kıldılar. Kale toplarının ateşiyle 5 tane boş gemi batarken bunların ardındaki 20 gemi çabucak içeriye girdiler. Bu hile ile İstanbul’a kadar geldilerse de Tanrı’ya şükür hepsi esir olup o kral kızından da Sultan Bayazıd-ı Veli doğmuştur.58

      Bu hususta müverrihler türlü türlü rivayetlerde bulunmuştur. Müverrih Ali: “Bu kızı Fatih’in babası alıp Fatih bu kızdan doğmuştur.” der. Ama sözün doğrusu odur ki Fatih, İsfendiyaroğlu’nun kızı Alime Hanım’dan doğmuştur.

      Babam, Sultan Süleyman Han ile Belgrad, Rodos, Budin ve İstoni-Belgrad fetihlerinde bulunmuştu. Hatta Sigetvar gazasında Sultan Süleyman Han merhum oldukta babam o gazada da bulunup Osmanlı Devleti’ne hizmeti geçmiş bir yaşlı koca idi. Daima ihtiyarlarla konuşup geçmiş zamanları söyleşirlerdi. Yakın dostlarından bir ihtiyar vardı ki düzgün konuşmada Emrülkays ona arkadaş olamazdı. O ihtiyar, yeniçeriler başkâtibi idi. Adına “Sukemerli Koca Mustafa Çelebi” derlerdi. Onun, yukarıda adı geçen Fransa kralı kızının akrabasından olduğu muhakkaktı. Ona her zaman Fransa kralından hediyeler gelirdi. Çocukluğumda bana bazı garip şekiller ve resimler bağışlardı. Çok yaşlanmıştı.59

      Bir danışma icap etse padişahın huzuruna bütün vezirler, devlet ileri gelenleri girdikten sonra “kocalar gelsin” derlerdi.

      Sigetvar altında Süleyman Han merhum olup askerin haberi yokken Büyükvezir Sokullu Mehmed Paşa’nın tedbiri ile padişahın nâşını taht üzerine koyan ve yol hilatinin arkasından ellerini hareket ettiren Silahdar Kuzu Ali Ağa’yı fikir danışmaya çağırırlardı. Ondan sonra Rikabdar Gülbi Ali Ağayı, ondan sonra Zeyrek başında oturan Mutfak Emini Abdi Efendi’yi, ondan sonra babamı, ondan sonra Sukemerli Koca Mustafa Çelebi’yi getirtip fikir danışırlardı. Nereye sefer olsa bunlar tahtırevanlarla gazaya giderlerdi. Bu, Sukemerli Mustafa Çelebi hepsinden yaşlıydı. Hatta Müftü Kemalpaşaoğlu’nun talebelerinden bütün ilimleri öğrenmiş hadisçi, tefsirci ve tarihçi kimse idi.

      Kemalpaşaoğlu’nun hademesi olması cihetiyle “Birinci Selim’le Mısır fethinde yirmi beş yaşına varmış bir babayiğit idim.” diye Selim Şah’ın Sultan Gayri ile Merci Dâbık’ta olan büyük savaşını, Kakun Ovası’nda olan büyük kavgasını ve o kavgada Gayri Sultan’ın ecel şerbetini içip cenkte kaybolduğunu ve Mısır’da oğlu Mehmed’in padişah olup çocuktur diye Sultan Tumanbay’ın onu indirip kendisinin Mısır’a padişah olduğunu, Mısır fetholununcaya kadar Sultan Selim’le 23 yerde çarpışıp Mısır’ın nasıl fethedildiğini Mustafa Çelebi anlattıkça ben hayrette kalırdım. Gayet dinî bütün adamdı. Fransa kralı kızının sergüzeştini onun doğru nakillerinden dinleyerek yazmışımdır.

      Sultan Mehmed Han Gazi, Fransa kralının kızını alıp bütün gazilerin reyi ile Ak Şemseddin’e emanet bırakıp kendisi ganimet mallarını İslam askerine dağıtarak kalenin dört yanını gezmekle Müslüman gazilerini kuvvetlendirdi. Nihayet ellinci gün oldu. O anda kalenin içinde bir gürültü kopup kuşatılmışlardan nice bini değerli eşyalarıyla duvarlar ve kulelere beyaz teslim bayrakları dikip: “Sana sığındık ey Osmanlıların yiğidi!” diye kaleyi teslim ettiler. Bütün kâfirler izin alıp karadan ve denizden her biri bir yere gitti.

      Kale içinde “Yavedûd Sultan” denen birisi vardı. O ölünce kâfirlerin başına kıyamet kopup kaleyi aman ile verdiler. İslam ordusu da Allah Allah diye bağırarak üç cihetten hücumla ganimet mallarını almaya başladılar.

      Bu sırada koca Fatih, başında kavuğu, ayağında mavi çizmesiyle katıra binip60 elindeki Muhammed’in kılıcını kaldırarak: “Gaziler! Tanrı’ya hamdolsun İstanbul’u fethettiniz.” diye yetmiş, seksen bin seçme askerle61 Kostantin’in sarayına vardı. Sarayı alacağı sırada nice bin kâfir toplanıp saray ancak büyük bir savaşla ele geçirildi. O kavga sırasında kral öldürüldü. Cesedini cesaretli Rumlar Sulu Manastır’da mezara gömdüler. Kral sarayında o kadar hazineler bulundu